Gizli İlişkiler
                                     
                                                 
                                                Gizli İlişkiler
Rastlantıları bir öyküleme aracı olarak kullanan eser, dramatik yapıda
sıkça karşımıza çıkan sır ve gizemlerin çözümlerini de
tesadüflere bağlayarak rastlantı sandığımız ortamların
“hazırlanmış” olduğunun altını çiziyor…

 
Tamer Baran
tamerbaran@gmail.com
 
Chris Terrio’nun ilk uzun metrajlı filmi “Heights”, içinde bulunduğumuz “uyanış” döneminin karakteristik özelliklerine çok uygun bir eser. Özellikle yaşamın makro düzeyleriyle ilgilenmek amacıyla mikro yönlerine eğildiği için… Amy Fox’un tek perdelik oyunundan hareketle Fox-Terrio işbirliğiyle çıkan senaryonun her satırı bu hedefe uygun olarak son derece bilinçli ve ustaca yazılmış.
Çoğu tiyatrocu ve çoğu genç bir oyuncu kadrosuna yaslanırken Eric Bogosian gibi ustalara da yer veren filmin en çarpıcı ismi Glenn Close… Bu sanatçı -hep yaptığı gibi- muhteşem oynarken, filmin merkezindeki 5 karakterden biri olmasına karşın, filmin meselelerine ve alt metnine en uygun performansı çıkarmış.
 
Öndeyiş niteliğindeki ilk sahnede Close’un canlandırdığı Diana Lee, Shakespeare’den hareketle modern insanın sorununa parmak basıyor: “Tutkumuzu yitirdik, geçmişte yaşayanlar kadar ateşli değiliz”… Bu epilogun ardından film, sıradan bir sonbahar sabahında Diana’nın fotoğrafçı kızı Isabel ile, evlenmeye hazırlandığı avukat Jonathan’ın birlikte oturdukları dairede açılıyor ve bir dizi karakteri daha ekleyerek ertesi sabaha varıyor: Genç oyuncu Alec ve ünlü fotoğrafçı Benjamin Stone’la ilgili bir yazı hazırlamak amacıyla eşcinsel sanatçının eski model/sevgilileriyle görüşen Peter’la birlikte odaktaki beş kişi tamamlanıyor ve tabii ki bu beşinin çevresinde, her biri filmin temaları bakımından belirli misyonlar üstlenmiş başka ilginç insanlar da var.
Rastlantıları bir öyküleme aracı olarak kullanan eser, dramatik yapıda sıkça karşımıza çıkan sır ve gizemlerin çözümlerini de tesadüflere bağlayarak rastlantı sandığımız ortamların “hazırlanmış” olduğunun altını çiziyor… Isabel’in, nişanlısının sırrını öğrenmesini, iki ayrı koldan gelişen iki tesadüfü aynı anda doruğa eriştirerek sağlayan senaryo, bu tavrıyla (o sahneye kadar anlayamamış olanlar için) kurduğu yap bozun anahtarını da sunmuş oluyor: O dakikada seyircinin başka hiçbir şansı kalmıyor:
Ya tüm senaryoyu (ve dolayısıyla filmi) hikayesini bu kadar zorladığı için ağır eleştirecek, ya da filmde işlenen meseleleri ve Fox ile Terrio’nun bakış açılarını anlayacak …


Alt metin
İlk bakışta filmin ilişkileri ele aldığı sanılabilir, aslında öndeyişinde işaret ettiği meseleyle uğraşıyor: İnsanlar tutkularını neden kaybettiler?.. Hemen ilk sahnelerde “metnin çok dürüst olduğunu” iki kez vurgulayarak bu soruları cevaplayan film, gerçekten dürüst bir metni kullanarak, öncelikle kendilerine dürüst olamayan insanların, tam da bu nedenle mutluluğa ulaşamamaları ve bunun nedenini de anlayamamalarındaki trajediyi sergiliyor ve hayatın insanları kendi gerçeklikleriyle yüzleşmeye nasıl zorladığını gösteriyor. Sonuçta film dürüstlüğü kendi ana karakterlerinden birini yalanlamaya kadar vardırıyor: Kimse tutkusunu kaybetmemiş aslında, sadece gömmüş…
Mecburen…
Öncelikle modern yaşam yüzünden…
Senaryonun New York’lular ve çeşitli nedenlerle oraya gelenlerle ilişkili sunduğu malzemeye, Terrio’nun çok akıllıca kurduğu görsel yapı da eklenince, sinema tarihinin belki de en New Yorklu filmi ortaya çıkmış: Metrosu, terasları, caddeleri ve taksileriyle New York filmin ana motiflerinden biri, ki bu da son derece anlamlı: Her kültürden insanın yan yana yaşamaya çalıştığı bu dev metropol, Batı ülkelerinin insanlarını ağırlığıyla ezen yaşam biçiminin belki de en etkili simgesi/sahnesi… Aşırı kalabalık, sürekli bir mücadele gerektiren gündelik yaşam, yüksek suç oranı, stresli iş hayatı ve tabii ki 11 Eylül’le doruğa çıkan paranoya, bu kentte yaşayanları otomatik olarak kabuklarına çekilmeye, içlerine kapanmaya itiyor. Böylece savunma en değerli edim ve sırlar en büyük hazine hale geliyor ki, tam da bu yüzden insana dair gizemlerin ve insan ilişkilerindeki en büyük sırlardan biri olan eşcinsellik filmin ana temalarından biri…
Ana karakterlerin dördünün ve diğerlerinin sayılamayacak kadar çoğunun sanatçı olması da anlamlı: Sanatçılar sırları anlatma ayrıcalığına sahipler, bu anlamda onlar doruk; hayata dair her şeyi yansıtan birer ayna olabilirler…
Ama ayna fazlasıyla kirli…
Hiç görünmeyen Benjamin Stone başta olmak üzere filmde ele alınan tüm sanatçılar hayat ve sanat hakkında çok bilinçsizler, yeni tanıştığı Isabel’i zekice çözümleyen ve düşüncelerini kıza dürüstçe anlatan Ian farklı gibi görünüyor, hatta filmin en etkili hayat derslerinden biri (Isabel’in onca muhabbete rağmen adama ismini bile sormaması) ondan geliyor ama o da metro kapkaççısına bilinçsiz müdahalesi sonucu göz göre göre bıçaklanıyor. 
Toplumun doruğu olarak sanatçıyı sunan ve iki kez sanatçıların, başka alanlarda “performans” sergileyen diğer doruk-bireylerle (Bayan Bush, Nixon vs) nasıl alay ettiklerini gösteren film, yaşamın her alanının sahneye dönüştüğünü de vurguluyor: Herkes, her an oynuyor, her an “mış gibi” yapıyor… Gerçekle bağları çok zayıf, tam da bu yüzden kalpleriyle zihinleri arasındaki derin ikilemin batağında debelenip duruyorlar. Filmin önemli sahnelerinden birinde geçen şu diyalog çok anlamlı: Jonathan aralarındaki ilişkiyi Isabel’e neden anlatamayacağını açıklarken “Onunla ilişkim çok iyi” diyor, Alec soruyor: “Gerçek mi peki?” Jonathan’ın yanıtı çarpıcı: “Epey yakın”…
Bu iki kelime durumu çok güzel özetliyor.
Sigarayı bile nişanlısından gizli içen Jonathan ona tabii ki erkeklerle ilişkisini anlatamaz; bunun nedenlerinden biri de dinleri: O Yahudi, nişanlısı ise o ırkı, Hazreti İsa’ya ihanet edip ölümüne neden olmakla suçlayanların dinine mensup, yani Hıristiyan…Ve şu dönemde bu iki dine mensup olanların çoğu, kendi mutsuzluklarının faturasını, en son gönderilen dinin inananlarına çıkarıyorlar… Ki bu da kendi gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçma çabasının bir sonucu…
Velhasıl Batılı modern insan bir açmazda; geçmişte örneğin Lady Macbeth gibi davranmak olağandı ve gelecekte insanlar bu türden korkudan kaynaklanan negatif duygulardan arınmış olacaklar, ama şimdi bu sürecin tam ortasındalar ve o yüzden şaşkınlar… 
Orijinal adı “Doruklar” anlamına gelen film, bu şaşkınlığın (ve filmde işlenen tüm temaların) doruğa çıktığı bu dönem çekildiği için çok değerli, ve herhalde ilerde, adına Yeni Çağ denen bu geçiş döneminin, sadece senaryosu değil, sinema diliyle de kilometre taşlarından biri olarak anılacak… 
 
                                            
 
Yönetmen: Chris Terrio;
Senaryo: Chris Terrio, Amy Fox (kendi oyunundan);
Oyuncular: Glenn Close (Diana), James Marsden (Jonathan), Elizabeth Banks (Isabel), Jesse Bradford (Alec), John Light (Peter), Isabel Rosselini (Liz); 2005, ABD yapımı.
 

 
 
 

Yeni yorum gönder

CAPTCHA
Bu soru sayfayı dolduranın bir otomatik program olmaması için düzenlenmiştir.
3 + 2 =
Sorunun cevabini yazin. Orn: 1+3 icin 4 yazin