Bilinmeyen.Com / Kayıp Uygarlıklar Kategorisi
Her konunun temel isimleri vardır, işte dünyadışı yaşam düşüncesinin daha da doğrusu geçmişte bizi ziyaret eden dünyadışı canlılar fikrinin en popülist ismi Erich Von Daniken bunların başında geliyor. Bu ilginç İsviçreli yurdumuzu daha önce birkaç kez ziyaret etmesine rağmen, bu kadar ilgi çekmemişti ya da pek haberdar olmamıştık. Oysa o yıllarda kitapları çok satıyordu. Şimdilerde Daniken bir klasik sayılabilir, kitapları dev satış rekorları kırdı ve 28 dilde yayınlandı. Daniken´le Ankara, Hattuşaş, Derinkuyu, Kaymaklı ve İstanbul´da beraber olduk. Çoğumuzun geçmişte etkisinde kaldığı bu çizgidışı adam acaba nasıl biriydi merakıyla doluyduk. Birkaç söyleşiden sonra ortaya farklı bir kişiliğin çıktığını gördük, belki o da ilk kitaplarında yazdıklarından öteye geçmişti veya artık fikirlerinde daha olgundu. Ama Von Daniken, kesinlikle Türk magazin çizgisinde anlatıldığı gibi değildi. O ne uyduruk haberlerde olduğu gibi Türkiye´de UFO´ları arıyordu ne de saçma TV programlarında gösterildiği gibi kıkır kıkır gülerek, "Burada UFO yokmuş", psikozlarına giriyordu.
Daniken´in fikirleri sağlam, gelecekçi ve tutarlı. Cesurca tutucu çevrelerin görmek istemedikleri veya çıkarlarına uygun düşmeyen noktaları yakalıyor ve insanların gözlerine sokuyor. Bu arada da çok açık bir şekilde de "Ben hiç UFO görmedim.", diyebiliyordu. Kendisiyle yaptığımız söyleşide bunun birçok örneğini bulacaksınız. "Tanrıların Arabaları"nı görmeyen, ama varlıklarını ironik bir dille soruşturan bu akıllı Avrupalıyla söyleşiye Kapadokya´daki yeraltı kentleriyle başladık.
Von Daniken´le söyleşi
"Kanal" olduklarını iddia eden insanların bir kısmı "ben bu mesajı veriyorum" derken, bir ötekisi de "ben de şunu getirdim" diyor. Öylesine karşıt, zıt iddialar var ki, tüm kanalcıların iddiaları çelişki içinde"...
"ERICH VON DANİKEN
SORU- Yeraltı kentlerini kimler inşa etmiş olabilirler?
DANİKEN- Kesinlikle eminim, binlerce yıl önce eski çağlarda uçan makineler vardı. Bundan eminiz bazı eski metinler bu uçan makineleri açık bir şekilde tanımlıyorlar. Ayrıca, Etopya Kralları´nın kutsal kitabı "The Capate Nedist" da aynı şekilde referans veriyor. Öte yandan Tevrat´da Kral Süleyman bölümünde de uçan makineler tanımlanıyor. Bu uçan makineler, dünyadışı yapımı araçlar değiller, bunu karıştırmamak gerek. Söz konusu uçan makinelerin pilotları bizim gibi dünyalıydılar. Dünya dışından gelmediler. Ve hatta bu uçan makinelerin pilotlarının bazıları gangster, haydut, soyguncuydular ve bunlar zaman zaman Kapadokya´da da uçmuşlar ve insanlar onlardan korkmuşlar. İşte o zaman uçan makinelerin geldiklerini görünce, yeraltına inmişler.
SORU- Uçan kötüler veya düşmanlar mı vardı diyorsunuz?
DANİKEN- Evet, örneğin Vietnam Savaşı da böyle olmuştu. ABD Vietnamlılara karşı savaştı, Vietnamlılar ne yaptılar? Aynı şeyi... Kapadokya´da da böyle oldu. Vietnamlılar, Amerikalılar´dan korktukları için yeraltına girdiler.
SORU- Resmi görüş olan Hıristiyanlar´ın yeraltı kentlerini yaptıkları ve saklandıkları düşüncesine katılmıyor musunuz?
DANİKEN-Tabii ki değil, herkes biliyor ki tüm yeraltı kentlerinde Hıristiyanlardan kalma freskler ve kiliseler var. Ama bunlar sonradan yapılma, hiçbir şey Hıristiyanlar´ın yaptığını kanıtlamıyor.
SORU- Peki, siz Türkiye´de Hititler´le de ilgilendiniz, neden?
DANİKEN- En eski Hitit Kralları, ilk Hitit Kralı aynı zamanda tanrı olarak tanımlandılar. Tüm eski Hitit Kralları´nın isimlerinin anlamı tanrı demekti. Ve ben ilk Hititlerin dünyadışı varlıklar tarafından eğitildiklerini veya etkilendiklerini düşünüyorum.
SORU -Hattuşaş Kaya Tapınağı, bu tür bir tapınak mı?
DANİKEN- Evet, bir tür kaya içine gömülmüş bir tapınak, burada önemli olan uzun kafalı din görevlileridir. Hatırlarsanız, Mısır firavunları da böyleydi, yani uzun kafalıydılar yani kafatasının deformasyonu söz konusu. Bu deformasyon dünya çapında bir fenomen, ne sadece burada ne de Mısır´da, dünyanın her yerinde Amerika´da, Güney Amerika´da görebilirsiniz. Ve işte buradaki de bu deformasyonun bir sembolü. Bana göre, cennetteki öğretmenler gibi görünmek, onlar gibi görünmek, onlara benzemek istiyorlardı yani dünyadışı varlıkların kopyasını çektiler. İşte semboller orada, aynı zamanda da uçan kanatlarında sembollerini görüyorsunuz. Uçan kanatların ortasında tekerleği de görüyorsunuz, yine Mısır´daki gibi...
SORU- Kristal Kafatası hakkında ne düşünüyorsunuz?
DANİKEN- Bunu iyi biliyorum, sahibi Anna Hedges´i hala yaşıyor mu bilmiyorum ama tanıyorum. Bu kafatası onun evindeydi.
SORU- Biz bunu Londra´da bulduk.
DANİKEN- Hayır, aynısı değil, sanmıyorum.
SORU- İki tane var zaten, değil mi?
DANİKEN- Belki üç veya dört tane, ikisi Londra´da. British Museum´daki hiç zarar görmemiş ve saf kristal. Orta Amerika´da Lubaantum kentinde bulunmuş olan bu olmalı. Arada fark vardır, Anna Hedges´in ki iki parçadır yani çenesi ayrıdır, müzedeki ise tek parçadır. Ama asıl önemli olan kimin yaptığı, hangi aletleri hangi metodlarla kullandığıdır. Kristali eksenine doğru böylesine kesebilmek kimsenin harcı değil zira kristaller eksenlerine doğru hareket ederler ama bunlar hakkında hiçbir açıklamamız yok, neden yapıldığını bilmiyoruz.
SORU- Günümüzde, dünyadışı canlılarla ilişki kurduklarını ve onlardan mesajlar aldıklarını iddia eden topluluklar, gruplar ve insanlar var, siz ne düşünüyorsunuz?
DANİKEN- Çok şüpheliyim, her şeyden önce inanmak zorundasınız ve ben inanmayı sevmiyorum, bilmek ve sonuç istiyorum. Bu tür "kanal" olduklarını iddia eden insanların bir kısmı "ben bu mesajı veriyorum" derken, bir ötekisi de "ben de şunu getirdim" diyor. Öylesine karşıt, zıt iddialar var ki, tüm kanalcıların iddiaları çelişki içinde. Eğer gerçekten dünyadışı bir zeka ile telapatik ilişki içindeyseler, isteyin bakalım Einstein´ınkine benzer bir formül versinler ve anlaşılsın. Ama hiçbir şey gelmiyor, ben bu "kanal" insanlara güvenmiyorum.
SORU- UFO´larla parapsikolojik olaylar arasında herhangi bir ilişki varolabilir mi?
DANİKEN- Binlerce yıl önce dünyadışı canlılar kendi şekillerine göre bizleri yarattılar. Bizler bu dünyanın canlılarıyız, maymunlar gibi değiliz, onlardan farklıyız çünkü akıllıyız. Maymunlar hala aptal, bu aileden sadece bizim zekamız var. Tüm eski kutsal kitaplar der ki; "Tanrılar, İnsanoğlu´nu kendi şekillerinde yarattılar.." Binlerce yıl önce bir uzay aracı dünyaya raslantı olarak değil, kasıtlı olarak geldi. Gezegenimizin ne sıcak, ne de soğuk olmadığını biliyorlardı. atalarımızdan birisini örnek olarak yanlarına aldılar, örneğin bir Neandertal´i. Hücredeki DNA´yı değiştirdiler ve gelişmesini sağladılar ve sonra aynı türün dişisi ile döllenmesini sağladılar. Böylece evrim başladı, işte Darwin burada haklı ama suni döllenme nedeniyle farklı bir zeka ve bilgiye sahip olundu.
Eğer yeni bir nesil istiyorsanız, en az iki kişiye yani bir kadın ve bir erkeğe ihtiyaç duyarsınız. Arıtk Adem ve Havva hikayesi sona eriyor, eğer tanrılar kendi şekillerine veya zekalarına göre İnsanoğlu´nu yarattılarsa, bizim parapiskolojik fenomenlere yani telepati, durugöre, telekinezi gibi yetilere sahip olmamız gerekiyor. Zira bizim atalarımız bu yetilere sahiptiler, kendim için konuşursam ben de telepatik güce sahibim ama ancak sevdiğim insanlarla gerçekleştirebilirim. Ama telepatide kelime veya cümle düşünemezsiniz ancak resimler kullanabilir veya yollayabilirsiniz, susarsanız su resmi düşünmeniz örneğinde olduğu gibi. Eskiler bunu biliyor ve kullanıyorlardı.
John Mack
SORU- Biraz da dünyadaşı canlılar tarafından kaçırıldıklarını iddia eden insanlara yönelelim. Kaçırılma olaylarına veya iddialarına ne diyorsunuz?
DANİKEN- Kuşkularım var, on yıl önce bazı kadınlar bana gelip kaçırıldıklarını ve yapay olarak döllendirildiklerini anlattılar, hatta deli olduklarını bile düşündüm. Erkekler de gelmeye başlayınca durakladım, çok güzel kadınların hologramları onlara gösterilmiş, spermleri alınmıştı. Hepimizin seksüel fantazileri vardır, böyle düşünüyordum. Ancak, Pulitzer ödüllü saygın bir kişi olan Harward Üniversitesi´nden John Mack 450 sayfalık bir kitap yazınca düşünmeye başladım. Mack kitabın başında kitabına istek dışı başladığını yazıyordu, bir kadın arkadaşının UFO´lar tarafından kaçırıldıktan sonra gelip ondan yardım istemişti. Önce kuşkulanan Mack, sonra kadının zengin olması ve çok normal görünmesinden etkilenerek bir araştırmayı başlatmış ve benzer 48 olay daha bulmuş. 48 olayın kahramanlarının tümüne psikiyatrik, psikolojik testler uygulamış ve hatta tomografilerini çektirtmiş, 28 olayda yapay döllenme belirlemiş, iki erkek ve bir kadının cinsel organlarında fiber gibi mikro parçalar bulmuş. Yapılan deneylerde parçaların dünyasal elementlerden oluştuğu anlaşılmış. Ben Mack´i yakından tanıyorum, ne yaptınız diye sorduğumda tutarlı cevaplar aldım. Bizler kuşlara, balıklara, ayılara halkalar, metal plakalar takıyoruz, diğer kuşlar, balıklar bunları görüp hatta kokluyorlar ama birşey anlamıyorlar. Biz de aynı konumdayız. John Mack´a inanıyorum ancak bu konuda çok az gerçek var, çoğu fantazi ama gerçek olaylar var. Şu anda birileri bizi gözlüyorlar. Mack´ın kitabında bu kişilerle yapılan söyleşiyer de var, yazar "neden?" diye soruyor. "Neden bu kişiler?" cevap genelde aynı, dünyamız büyük bir felaketle karşı karşıya kalacak ama bu felaket çevresel değil, astronomik olabilir. Galiba dünyadışı canlılar, dişilerden bebekler alarak kendi genleriyle genetik bir karışım yaratmakla meşguller ve bu felaketten sonra yeni bir nesil yaşamaya devam edecek. Ama ben bu korkunç senaryoyu sevmiyorum.
SORU- Tarihin kendisini tekrar ettiğini söyleyebilir miyiz?
DANİKEN- Kesinlikle, her zaman.
SORU- Bazı kaçırılma olaylarında fiziksel izler var, bazıları ise ruhsal olarak kaçırıldıkları iddiasındalar ve hatta bazıları ölüm ötesi deneylerine çok benziyorlar?
DANİKEN- Bunun için bir açıklamam yok. Bunu yapanların bizim anlamadığımız bir teknolojileri olması gerekiyor. Bir başka boyut, bilmediğimiz bir fizik, bizler anlamıyoruz. Düşünün 30 yıl öncesini, örneğin bir meleğin hologramını düşünün, büyükbabanız hareket eden, renkli ve konuşan bu resmin gerçek olduğuna inanır, tanrıdan bir elçi geldiğini sanırdı. Ama bu sadece teknolojik bir gerçek yani hologram ve onlar da bizim anlamadığımız bir tekniği kullanıyorlar.
SORU- Sizden önce bu yaklaşımlarda bulunan Bergier, Charroux, Pauwels gibileri vardı, ilginiz ne düzeyde?
DANİKEN- Bergier, uzun zaman önce öldü, Pauwels yaşıyor ve Figaro magazinin başı, hepimiz zaman zaman Ancient Astronaut Society´de (Antik Astronotlar Derneği) buluşuyor, konuşuyoruz.
SORU- Yönetmen Spielberg, Roswell olayını konu alan bir film yapmayı düşünüyormuş ve filmdeki otopsi olayının yayınlanan değil gerçek olanını kullanacakmış, olabilir mi?
DANİKEN- Duydum ama yapacağından emin değilim. Spielberg çok zeki bir insan ama bir musevi. Dini kesimlerin onun böyle bir şey yapmasına izin vereceklerinden kuşkuluyum.
SORU- Ama, "Schindler´in Listesi"inde belgesel görüntüler vardı?
DANİKEN- Evet, ama bu farklı, bunlar dünyadışı canlıların belgeseli olacaktır.
SORU - ABD´de UFO´ların üssü olarak varsayılan ve yeri çok gizli tutulan bir 51. Bölge iddiası var, biliyor musunuz?
DANİKEN- Fazla birşey bilmiyorum, görmedim, ama yıllar önce Colorado Springs Uzay Merkezi´nde bulundum. Oradan yakın uzayı ve dünyayı gözlüyorlardı. Tüm uydulardan bilgi geliyordu, uydu hangi ulustan olursa olsun bilgi alabiliyorlardı. Çok etkileyici bir yerdi, görevlilere UFO´lara rasladınız mı diye sordum. Evet, dediler, hem de birçok kez. Dünya dışı mı yoksa dünyalı mı, dedim, dünyadan yollanan herhangi bir cisme UFO demiyorlardı çünkü ne olduklarını biliyorlardı. Eğer dışardan geliyorlarsa UFO diyorlardı, anlayamadıklarını söylediler, özellikle de çılgın manevralarını ve aniden yok olmalarını anlayamıyorlardı.
SORU- Geçen yıllarda, Britanya UFO Araştırma Birliği Genel Sekreteri John Spencer ile bir söyleşi yapmıştık, Spencer, Pentagon´da bir dünyadışı canlının bulunduğunu ve bu konuda Beyaz Saray´ın bir açıklama yapacağını söylüyordu, sizce bu mümkün olabilir mi?
DANİKEN- Hiçbirine inanmıyorum, hiçbir zaman doğruları söylemiyorlar. Halktan korkuyorlar, dinsel ve bilimsel şok onları korkutuyor.
SORU- Bir de dünyadışı teknolojik yardım iddiaları var, örneğin kanatsız ve radarda görülmeyen NASA´nın son çalışması X-36´nın bu tür bir yardımla yapıldığı söyleniyor?
DANİKEN- Bu grubu ve çalışanları tanıyorum, böyle bir kanıt yok.
SORU- Dünyadışı canlıların Amerikalılar ve Ruslar´a yardım ettikleri iddiaları aynı çizgide eğer doğruysa acaba neden Avrupalılar´a veya diğer ülkelere yardım etmiyorlar?
DANİKEN- Gerçekten bilmiyorum ama bu çok komik. Amerikalılar´a yardım ettiklerini sanmıyorum, belki Amerikalılar gerçekten bir UFO düşürmüş olabilirler. Belki de Türk Hava Kuvvetleri bir UFO düşürmediği için böyledir. Amerikalılar, böyle bir olayı yaşadıkları için dünyadışı canlılarla biraraya gelmiş olabilirler. Bu tür iddiaların gerçekliğini bilmiyorum.
SORU- Uzun yıllardır, tüm dünyada pek çok yere gittiniz, sizce hangi ülkeler veya coğrafik bölgelerde dünyadışı ziyaretler veya kaçırılmalar geçmişte veya günümüzde daha yoğun?
DANİKEN- Kaçırılmalar ABD´da daha yoğun, ancak eski zaman ilişkilerinin daha çok eski Peru ve Orta Amerika´da yaşandığını sanıyorum. Bu arada ilk kez bir açıklamada bulunmak istiyorum. Peru´daki ünlü Nazca Düzlüğü ile yeni bir araştırmam var. Uçaktan yeni fotoğraflar çekildi, daha hiç kimse görmedi, dağın tepesinde pistler var, bilinen Nazca Düzlüğü´den 40 km daha yukarda. Bu çalışmada Nazca yaylası merkez alınarak uçakla konsantre daireler çizildi, beşer km´lik gittikçe genişleyen daireler böylece tüm Nazca´nın kuşbakışı resmi ele geçirildi ve hiç keşfedilmemiş yerler görüldü. Dağı bile düzlemişler, 280 metrelik bir figür var, üç ay önce belirlendi, merdiven gibi yükseltiler var, 23 km uzunluğunda çizgiler var. İlk kez birşey dikkatimizi çekti, yerdeki çizgilerin eskileri ve yenileri var yani eski bir pistin üstüne yenisi yapılmış. Eskisi belki 3000 yıllıktı onların altında geometrik bulmaca gibi şekiller vardı. Bu yenilerde tam tersi, şekiller üstte bu sefer. Ama bu garip pistte birer metrelik çukurlar dolu. Neden olduğu bilinmiyor zaten Nazca´nın sırrı hiçbir zaman çözülmedi. Bilimin tüm yaklaşımları çöplük, bu resimleri bile göremiyorlar, tüm bildikleri Nazca Düzlüğü´ndeki kuş, maymun gibi resimleri göstermek ve onları eski seramik vazo resimleriyle karşılaştırmak. Bu çok aptalca, neden bu kadar kocaman resimler için uğraşılsın ki? Bir şey daha var, Nazca Düzlüğü´nde dolaşan bir sürü insan arabalarıyla, motorsikletleriyle pek çok yeri harap ettiler. Yedi yıldan bu yana Peru Hükümeti bölgeyi yasak ilan etti, şimdi düzlüğe gidebilmek için bir milyor ABD $´ı ödemek zorundasınız. Ayrıca 5 yıl hapis cezası da var, ancak havadan on metre kadar yakına alçalabilirsiniz ama yayan gitmek mümkün değil. Bu alana gidip örnekler alamıyoruz. Yakında Amerikan ABC Tv´si ile Nazca´ya gidip, helikopterle bu görüntüleri alacağız. Bu yeni bir tv dizisinin çalışması.
SORU- Nemrut Dağı için ne düşünüyorsunuz?
DANİKEN- İki, üç kez gittim ama dağın içinde ne olduğunu bilmiyorum. Siz bilmelisiniz, neler olduğunu araştırmalısınız. Belki de tanrılarla ilgili bazı yazılar vardır.
SORU- Dünyadışı canlıları araştırmaya başlamadan evvel ne yapıyordunuz?
DANİKEN- Yaşamımı sürdürmek için para kazanmaya çalışıyordum. Altı yıl paralı bir Latin-Yunan okulunda okudum, ailem İsviçre´de otelcilik yapıyordu, okuldan sonra otelcilik okullarına gittim, 1966´da "Tanrıların Arabaları" nı yazdığımda otelcilik okulunun birinci sınıfındaydım.
SORU- Sizin gibi İsviçreli olan ve uzaylılarla ilişkisi olduğunu iddia eden ve sayısız fotoğraf ve film çeken Billy Meier hakkında fikriniz ne?
DANİKEN- Biliyorum, o bir geri zekalıdır. Meier bir yalancıdır, dinsel içerikli bir uzaylı mezhebi kurarak çok para kazandı, hepsi bu. Ben tutucu olmak istemiyorum ama bunlar benim fikir ve düşüncelerim. Tarih doğruyu gösterebilir, insanların daima dünyadışı yaşam olasılığını düşünmesini istedim ama asla fikirlerimin tutucu, kesin ve dinsel olmasını istemiyorum.
Erich Von Daniken işi gerçek bir fenomendir, neden benim fikirlerim bu kadar popüler oldu? Çünkü insanlar buna inanmaya hazırdılar, Hindistan´daki konuşmalarıma inanamayacağınız kadar çok öğrenci katıldı. Profesör´e, neden bu konuyla bu kadar ilgililer, diye sorduğumda, bana onların hissettiklerini ve düşündüklerini anlattığımı söyledi.
Daniken´le yaptığımız söyleşiyi açıkçası bitiremedik, daha konuşacak ve konuşulan bir çok konu var. Ama Daniken hızını aldı gitti, biraz da onu hayret ve hayranlıkla izledik, bir gün içinde onlarca söyleşi yaptı, imza günlerinde konuştu durdu. Aynı fikirleri, aynı dikkatle bıkmadan usanmadan anlatıyordu. Kısacası Erich Von Daniken, çizgi dışı bir adam.
Ata Nirun, Daniken işbirliği için Cep Kitapları sahibi Sn. Osman Deniztekin´e teşekkür eder
"Kapadokya´nın asıl heyecan uyandıran yanı yerin altında saklıdır. Toprağın altında kurulmuş çok büyük kentler vardır, binlerce ve binlerce insanın barındırmış dev boyutlu kentlerdir bunlar. En ünlüsü de bugün Derinkuyu kentinde olanıdır... burada 52 havalandırma bacası, ayrıca 15.000 kadar da daha küçük çapta kuyu vardır, en büyüğü 85 m. derinliğe inmektedir... bu arazide keşfedilen yeraltı kentlerinin sayısı 36 kadar... Kaymaklı ile Derinkuyu yeraltı kentleri arasındaki bağlantıı sağlayan galeri on km. uzunluğundadır... Peki ama kim kurmuş bu kentleri? Ne zaman kazmış yerin altını?... Burası 2. ve 3. Yüzyıllar´da ilk Hıristiyanların saklandıkları yerdir... Ne var ki, buranın asıl yapımcıları Hıristiyanlar değildi, onlar burayı hazır buldular... Kimi yerde kentler 13 kattır, alta katlarda Hitit çağından kalma öteberi bulunmuştur... Bir düşman ordusunun geldiğini varsayalım ama bu ordu eğer yerde olsaydı yani karadan gelseydi, yeraltı kentlerinde yaşayanların izlerini, bacalardan gelen yemek kokularını farkedebilirlerdi.... Bu nedenle diyorum ki, yeraltına gizlenen bu insanlar yalnızca dünyalı düşmanlardan değil, uçan düşmanlardan korkuyorlardı... Bu bir teori ama savunabilirim... Habeşlerin kutsal kitabı Kebra Negest´de, Tevrat ve Kuran´daki Hz. Süleyman bölümlerinde ve Hint Destanları´nda sayısız örnek vardır..." (Erich von Daniken/Yüce Tanrı´nın İzinde-Cep Kitapları 1995)
Bilinmeyen Tarih
Geçmişi unuttuk mu?
Kutsal kitaplarda anlatılan olayların dinsel bir öykü değil de, gerçek tarihi anlattığını hiç düşündünüz mü? Mitolojinin bir masal değil de, yaşanmış olayları naklettiği hiç aklınıza geldi mi? Hele Mars olayından sonra, bu konu daha bir önem kazandı. Son yılların flaş ismi arkeolog, tarihçi, antik diller uzmanı, sosyal bilimci Zecharia Sitchin, bu konuda yayınladığı bir dizi kitapla toplumu kökünden sarstı. Sitchin, İnsanlığın Nibiru adlı bir gezegenden gelen Annunaki insanları tarafından yaratıldığını ve gçmişte Mezopotamya´da dev bir uygarlığın kurulmuş olduğunu ve Tufan´a neden olduklarını ileri sürerken, Daniken´e hiç benzemiyor ve bir bilim adamı kimliği içersinde çok ciddi arkeolojik kanıtlar da gösteriyordu. Kısacası Sitchin´e itiraz etmek zordu. Size Sitchin olayını her yönüyle iletmek istiyoruz, bu sayıda Sitchin´i ve kuramlarını, gelecek sayıda da karşıt görüşleri okuyacaksınız. Eğer Sitchin buluşları doğruysa, İnsanlığın tüm çehresi değişebilir, kısacası oturup yeni bir tarih yazabilir ve inançlarımızı yenilemek zorunda kalabiliriz.
Geçen iki yıl içersinde, dünyanın bilinmeyen tarihi ve geçmişin unutulan olayları konularında dikkat çeken en önemli isim Zechariah Sitchin´di; Sitchin "Dünya Tarihleri/Zaman Çizelgesi" adlı kitabında çarpıcı iddialarda bulundu ve şöyle diyordu; "...mitoloji bir hayal değildir, fakat eski hatıraların saklandığı bir hazinedir; Kutsal Kitaplar bilimsel ve tarihsel bir döküman olarak harfi harfine okunduğu takdirde, hayal edilenden daha eski ve büyük uygarlıklar varlıkları anlaşılacaktır. Mitoloji, "Cennetten Dünyaya Gelen Kişi", yani mitolojik bilge Anunnaki tarafından Dünyaya verilen bilginin sonucudur. Geçmişte varolan ve unutulan 12. Gezegen, Anunnaki´nin ev gezegenidir. Geçmiş sayısız gizemli anıyla doludur, bunların unutulmuş olmaları yok ya da hiç olmadıkları anlamlarına gelmez. Uzak geçmişte, dünya başka canlılar tarafından kullanılmış bir yerdir; Mısır Piramitleri iniş alanlarının fenerleridirler, Sina Yarımadası 4.000 yıl önce tanrılar savaşında yok edilen özel bir üstür; insanlar ve tanrılar binlerce yıl önce büyük bir savaşı başlatmışlardı. Dünyaya uzaydan bakıldığında, nükleer dev savaşın izleri görülebilir. Yale Üniversitesi tarafından da tanımlandığı gibi İnsanlık kaybolan uygarlığının küçük bir dilimini ancak 2.000 yılda keşfedebilmiştir. Sümer yazıtlarında ve Kutsal Kitaplar´da anlatılan tüm uygarlıklar, çok daha eski bir uygarlığa bağlı olduklarını belirtirler...
Zecharia Sitchin, Yakın Doğu tarihi ve arkeolojisi uzmanıdır, Eski Ahit (Tevrat ve Zebur), Sami ve Avrupa dilleri, modern ve eski İbrani dili konularında eğitim almış ve Londra İktisadi ve Siyasal Bilimler Okulu´nda öğrenim gördükten sonra Londra Üniversitesi´nden mezun oldu. Uzun yıllar gazetecilik ve yazarlık yaptıktan sonra şimdi New York´da yaşıyor ve çalışmalarını sürdürüyor. Sümer dilini anlayan ve okuyan nadir bilginlerden biridir, yeni çalışmaları Yakın Doğu´daki eski uygarlıklar tarafından yazılan kil tablet metinlerle ilgilidir; bu alanda aradığı çok daha eski uygarlıklardır. Sitchin´in kitapları körler için yazılan Braille alfabesine bile çevrilmiş, sayısız radyo ve tv programlarında tartışılmıştır. Sitchin´in "Dünya Kronolojisi" adlı kitap serisi mitolojinin kökeni olarak kabul edilebilir, bir hayal ürünü değildir çünkü geçerli ve sağlam kaynaklara dayanmaktadır, yazar bunlara "Antik Anılar" demektedir. Tevrat ve İncil dinsel bir metin olarak değil, tarihsel/bilimsel bir döküman olarak okunmalıdır, antik büyük uygarlıkların kökeni dünyadışıdır. Sitchin, antik bilginin dünyaya Annunaki (Göklerden dünyaya gelen) tarafından getirildiği öne sürerken, modern bilimin antik bilgiyle uyum sağlamaya başladığını ve devamı olduğunu belirtmektedir. İlk kitabı olan "12. Gezegen"de Güney Sistemi´ndeki kayıp gezegen olasılığından söz eder ve bu gezegenden dünyaya yarım milyon yıl önce gelen halkın, kutsal kitaplarda anlatılan olaylara neden olduğunu belirtmektedir. Örneğin Tevrat´ın "Genesis" bölümünün 6. Bölümü´nde adları geçen ve Tufan´dan önce insanoğullarının kızlarıyla evlenen "Nefilimler"in 12. Gezegen´den geldiğini yazar. "Nefilim" sözcüğünün özgün anlamı, "Tanrının Oğulları veya göklerden gelen Devler"dir ve bizler geçmişte devlerin yaşadıklarını düşünüyor ve araştırıyoruz. Sitchin, kilisenin kutsal kitaplarla ilgili soru sorulmaması kuralını da eleştiriyor ve sorgulamanın kutsallıkla ilgisi olmadığını söylüyor. Çünkü, ona göre tarihsel bilgiler bu metinlerin içinde saklıdırlar, İbranice´deki "Nafal" sözcüğü de "Nefilim" yorumunu destekler gibidir ve "Düşüş/Düşenler" anlamındadır. Sitchin kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyor;
Soru: Dünyaya 6.000 yıl evvel kimler indi?
Sitchin; Düşüş, ne anlama geliyor? Bu sözcük beni mitolojiden, arkeolojiye, oradan da kutsal kitaplarla buluşma noktasına getiriyor. Antik dilleri inceleme konusunda yeterince uzman olduğuma inanıyorum ve kutsal kitaplarda geçmişte yaşanan olayların anlatıldığından eminim. Peki, kimdi Nefilimler? Tüm antik metinleri, kutsal kitaplar, Eski Yunan ve Eski Mısır mitolojilerini içeren metinler, piramit yazmaları yani herşey beni bildiğimiz ilk uygarlık olan 6.000 yıl öncelerde yaşayan Sümerler´e götürüyor. Yani efsanelerin ve mitlerin kaynağı olarak Sümerler ortaya çıkıyorlar. Sümer yazısını çok iyi öğrendim ve hemen herşeyi ısrarla defalarca okudum ve gördüm ki Sümerliler´in Anunnaki´si, "Nibiru" adı verilen bir gezegenden geliyordu. Gezegenin adının anlamı artı veya haç demekti. O zaman soruyu genişlettim; Nefilimler ve Anunnaki kimdiler ve Nibiru hangi gezegenin adıydı? Uzun astronomi çalışmalarından sonra astronomi kaynaklarında bu konuda iki ayrı yaklaşımın bulunduğunu öğrendim; Bir görüşe göre Nibiru, Mars´dı, karşıt görüşe göre ise Jüpiter´di. Uzmanlar bu konuda uzun tartışmalara girmişler ve asırlarca kendi görüşlerini savunmuşlardı. Doğrudan antik kaynaklara yani kil tabletlere dönerek Nibiru´nun tanımı ve konumunu araştırdım. Sümer astronomisinde gezegenin yeri belirtilmişti, Güneş´e yakındı ve Mars´la ilgisi yoktu, Jüpiter ise hiç olamazdı. Bir gece uyandığımda, cevabı buldum; Tabii ki bu başka bir gezegen olmalıydı; Mars´la Jüpiter arasındaydı, bazen Mars´a, bazen de Jüpiter´e yakınlaştığından karıştırılmıştı. Mezopotamya Yaradılış Miti, Tevrat´daki Yaratılış Bölümü´nün ilk satırlarıyla aynı anlamdadır ve burada Anunnaki ile ilgili tüm ayrıntıları bulabilirsiniz. Onun ve diğer liderlerin kendi gezegenlerinden dünyaya yaptıkları yolculuk, İran Körfezi´ne inmeleri ve konuşlanmaları açıkça belirtilmiştir. Herşey çok açıktır, Sümerliler astronomik açıdan büyük bir bilgiye sahiptiler. 6.000 yıl öncesinde Uranüs ve Neptün´ü biliyorlar ve Pluto´yu tanımlıyorlardı, oysa bizler Pluto´yu 1930´larda keşfettik, matematik alanındaki bilgileri bazı yönlerden günümüzün ötesindeydi ve "Bildiğimiz herşey bize Anunnaki tarafından öğretildi." diyorlardı. Nibiru farklı bir olaydır, yüzyılımızda astronomlar tarafından "Planet X" adıyla tanımlanmıştır ve Nibiru´nun varlığı doğaldır yani Güneş Sistemi´nde olması gereken bir objedir. Ama Sümerler´in daha önemli bir iddiaları daha var; Nibiru kavramının yokolmadığını ve Anunnaki´nin geri geleceğini söylüyorlardı, bu geri gelişin periyodu 3.600 yıldı. Öyleyse biz yalnız değiliz ve Güneş Sistemi´mizde bizden daha ileri bir uygarlık var.
Soru: Bir daha geleceklerse, bunun zamanı belli mi?
Sitchin: Bunu kimse bilemez. Acaba bizi tekrar bilgilendirmeye karar verdiler mi? Daha fazla teknolojiye ve uygarlığa ulaşmalı mıyız? Veya bizim iyi olmadığımız kanaatine vararak, yardımcı olacaklar mı? Tufan´da olduğu gibi, yeni bir afet karşısında yine yardıma gelecekler mi? Bunu ancak gezmişten öğrenebiliriz. Sümer bilgilerinden yola çıktığımızda bilinmeyen bir gezegenin varlığı kesindir, Tevrat´ın öyküleri geçmişimizi anlatmaktadır eğer onları iyi ve doğru anlarsak, geleceğimizin nasıl olabileceğini de anlayabiliriz. Geçmişin günahkar insanları sadece bir tanımdır, onların günahları teknolojik hataları ve hırslarıdır, aynı yere tekrar geldiğimizi kim reddedebilir ki? Ben kutsal kitapların öykülerini gözden geçirdikten sonra iki önemli açıyla karşılaştım. Bir kere Eski Mısır yazıtları ve mitolojisi resim olarak Sümerle kesin uyum sağlıyor, ikincisi ise insanın ölümsüzlüğü arayışıdır. Düğüm yeri Sina Dağı´dır, iniş yeri veya irtibat merkezi orasıydı yani uzay üsleri Sina Dağı´ndaydı ve Kudüs´ün önemi bu yüzdendi. Üçüncü kitabım olan "The Wars of Gods and Men"de insanlarla, Anunnaki insanları arasındaki savaşı anlattım, İnsanlık kendilerine uygarlık getirenlere baş kaldırırken, yanlarında uzaylıların bazıları da vardı. Belki bu savaş, bir bağımsızlık savaşıydı veya Anunnaki´lerin kendi aralarındaki bir bölünmenin sonucuydu, bunu bilemiyoruz ama kardeşlerin kavgası olduğu kesindi çünkü temelde kardeş olan Enlil ve Enki savaşıyorlardı ve savaş onların torunlarına kadar sürdü. Benim "Piramit Savaşları" adını verdiğim iki büyük savaşta insanlar da bölünmüşlerdi. İnsan denen yaratık savaşı nasıl öğrendi? Bu ahlaki veya teolojik bir konudur. İnsanın doğasında savaşmak var mı ya da savaşçı olmayı kimden öğrendi? Unutmayın ki, kızılderililere de, Afrikalılar´a savaş sanatını ve stratejilerini biz uygar beyazlar öğrettik. Dördüncü kitabım olan "The Lost Realms" Amerika kıtalarının 5.000 yıl öncesini yani anlatır ve bu dönem İnkalar´ın, Mayalar´ın, Aztekler´in çok öncesidir. Amerika kıtaları bilinmeyenlerle doludur, inanılmaz megalit yapıların kaynağı bilinmemektedir. 6.000 yıl önce kimler vardı? Aslında öykü aynıdır ve Anunnaki Amerika kıtalarına da gelmiştir. Gizem linguistiktir yani dillerin kökeninde saklıdır. İnanılması güç ama hemen her teknolojik buluş, Sümerliler tarafından yazılmıştı, antik yazıtları incelerken bunu doğruladığım her anda koltuğumdan sıçrıyor ve Tanrım, 6.000 yıl önce Sümerliler bunları nasıl biliyorlardı, diyordum. "12. Gezegen" adlı çalışmamda yer alan bir Sümer metni vardır, açık açık Adem´den yani yaratılan ilk insandan söz eder. Metni okuduğunuzda tüp bebek yöntemiyle karşıkarşıya kalırsınız. Bunun daha birçok örneği var, bilim herşeyi bir yana bırakıp, antik bilgilere bu gözle bakmalı ve farklı bir dünyanın kapısını artık aralamalıdır.
Soru: Bütün bunlar "Nefilim" sözcüğü ile başladı, değil mi?
Sitchin: Evet, başlangıç oydu.
Soru: Kitaplarını okuyan birçok insan, tahminlerinizin cesurca olduğunu söylüyorlar. Tabletler ve çivi yazısı örneklerini yorumlamanızdan rahatsız olanlar var?
Sitchin: Elimizdeki bilginin Sümerliler´e ait olduğu kanıtlanmıştır ve 6.000 yıllık olduğu kesindir. Hiç merak etmiyorlar mı, bugünün buluşlarının oralarda nasıl yer aldığını? Genetik mühendislik ve Adem´in nasıl üretildiği, Enki mitinde açıkça anlatılır, Enki´nin simgesi olan birbirine dolanmış iki yılan, günümüzün tıbbının da simgesidir ve aynı zamanda DNA´yı simgeler yani DNA´nın çift sarmalını. Teleskopları ve Voyager gibi uzay araçları olmadan, Neptün´ün bir su gezegeni olduğunu nasıl biliyorlardı? Bunlar beni ilgilendirmiyor, ben Sümerliler´e herşeyi öğreten Anunnaki´nin nereden geldiğinin peşindeyim; Sümerliler "Nibiru"dan geldi..." diyorlardı ve Nibiru´nun Güneş Sistemi´nde bulunduğunu söylüyorlardı. Ama ben dünyanın yakınında, bu kadar zeki canlıların yaşadığı bir gezegenin varlığını düşünemiyorum. Öyleyse Anunnaki nerede? Sorulması gereken soru budur. Dinsel yorumların geçerli olduğuna, tüm sıradanlıklarına rağmen inanıyorsak, neden başka bir yorum aramayalım? Buna ne engel var ki? Eğer yeterli bir açıklama bulamıyorsak, neden Sümerler´in sözlerini kabul etmeyelim? Bu çok daha akılcı olacaktır. Kitaplarımın hiçbir yerinde kullandığım metinlerin veya tabletlerin gerçek olmadığını bulamazsınız. Herşeyi gittim ve bizzat yerinde gördüm ve inceledim. Orada duruyorlar ve varlar. Enki diye birisi Nibiru´dan gelmiş ve İran Körfezi´ne inmiş, metinlerde böyle yazıyor; işte bu kadar... Ortaya çıkıp show yaparak, bakın ne buldum demedim. British Museum´da bana yazıtları gösteren bilim adamı; "Size gösterdiğim ve verdiğim tüm bilgiler, tüm kaynaklar akademik ve bilimseldir, kabul edilmiş bilimsel kaynaklardırlar." diyordu yani ben kaynaklarımı asla uydurmadım, hepsi gerçekten varlar.
Soru: "The Wars of God and Men" adlı kitabınızdaki kaynakların listesi 16 sayfa sürüyor?
Sitchin: Bir kaynakta Enki´nin dünyaya nasıl geldiğini okuyorsunuz, bir diğerinde aynı öykü "Enki ve Dünya Miti" olarak karşınıza çıkıyor. Başka bir metinde Enlil bir mit olarak karşınızda ve bunların tümünün adı mitolojidir. Ben diyorum ki, mit olmayan nedir? Bunun tarifi var mı ki? Mitler, gerçeği anlatıyorlar. Benim akla yakın, makul ve mantıklı bir senaryom var, bu şekilde birçok bulmaca ve gizem açıklanabilir yani bilinmeyen tarih öğrenilebilir. Piramitlerin kimin yaptığını bilmek kesin olarak bilmek zorundayız...
Soru: Anunnaki hakkında daha neler söyleyebilirsiniz? Bizler aynı Anunnaki´nin hala kontrolu altında mıyız yoksa özgür müyüz?
Sitchin: Onlar bize değil, biz onlara benziyoruz sanırım. Bizi genetik mühendislikle yarattılar ve evrim silahının namlusuna yerleştirdiler. Fiziksel ve duygusal olarak onlara benziyoruz, Tevrat; "Ve Allah dedi; Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım... ve herşeye hakim olsun... ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allah´ın suretinde yarattı..." (Kitabı Mukaddes/Tekvin 26/27) diyor. Fazla söze gerek yok, biz onlara benziyoruz. Ama çok önemli bir fark var; o da onların ölümsüzlüğü; Bunun nedeni uzay-zaman olmalıdır, Güneş Sistemi çevresindeki bir turları yani onların bir yılı, bizim uzay-zamanımıza göre 3.600 yıldır; işte aramızdaki en önemli fark budur. Teknolojik düzeyleri sadece uzayda yolculukla sınırlı değildir, millyonlarca yıllık yolculuklar yapabilmektedir ve bunun için de ölüleri canlandırmaktadırlar yani dondurma yöntemini kullanmaktadırlar, Kutsal kitaplardaki tüm mucizeler onların teknolojisinden başka birşey değildir. Dünyaya gelip,bizleri genetik mühendislik aracılığı ile yarattıktan sonra, kendi genlerini maymun-insanla karıştırdılar ve birgün biz de uzaya açılıp, bir başka gezegene indiğimizde aynı şeyi yapacağız. Yani modeli yayacağız. Ama olaylar bunu engelleyebir Tufan öyküsünü anımsayın, İnsanlık yok edilmiş faakat Nuh ve gemisi aracığılığı ile tohumlar kurtarılmıştır, bu yine olabilir. Enlil insanlığı sularla boğmaya karar verdiğinde, Enki, Nuh´a (Sümerce´de Ziusudra) olacağı haber verir ve sonra gemiyi nasıl yapacağını ve batmaması için ne yapacağını öğretir ve Nuh ailesini ve hayvan türlerini alarak gemiye biner; Sümer kaynaklarına göre böylece tohumlar kurtarılır. Burada Anunnaki liderleri arasındaki anlaşmazlık görülür; hangisi doğru ve doğru değil, bunu bilmiyoruz. Neyin yapılıp, neyin yapılmadığını da... Ama olanlar ortada.
Soru: Yaratılmış bizlerle ilgili bir son var mı? Ya, sizin yaptığınız nedir?
Sitchin: Söyleyebileceğim tek şey, bir görevimin olduğudur veya bir misyonumun. Toplumu antik insanların bildikleri ve inandıkları konusunda bilgilendirmeliyim. Bunun için onların kaynaklarını ve yazdıklarını ve çizdikleri resmi kullanıyorum. Bu malzeme bir mit değil, gerçek bir öykü. Benim yazdıklarım özgün bir bilginin başlangıçtaki temeli olabilir. İki düzine kitap yazdım, teolojiden, astrolojiye kadar... Daha da yazacağım, tümünün temelinde onlar var yani Anunnaki. Anlatmaya devam edeceğim, herkes arzuladığı gibi yorumlamakta serbesttir.
Soru: Çalışmalarınızın bilimsel bir yoldan geçmesi sizi daha güvenilir kılıyor. Bu da tahminlerde bulunmadığınızı ve varolan güncel kanıtlara dayandığınızı gösteriyor, değil mi?
Sitchin: Evet, bu malzemeyi kullanmaktan mutluyum, ayrıca tüm görüşlere de açığım. Sonuç olarak benim kitaplarım antik zamanlarla ilgili metin kitaplarından başka birşey değildir.
Soru: Sürekli yeni birşeyler bulduğumuza ve uygarlığımızı ilerlettiğimize göre, bundan sonra nelerin olacağı hakkında bir fikriniz var mı?
Sitchin: Elbette ki hayır, bize verilen uygarlığın ne kadarı onlara ait bilemiyorum, üstelik bizi yok etmeye de çalıştılar, çıkarları neydi bilmiyorum ve tahmin yapmam doğru olmaz. Tabii ki kendiliğimizden yarattığımız çok şey de var.
Soru: Burada bizim için bir ders var mı? Eğer bu bizim gerçek tarihimiz ise, Anunnaki geri geldiğinde yeni bir Tufan´ı önlemenin yolunu öğrenebildik mi?
Sitchin: Bu tahmin edilemez çünkü ben onların liderlerinin bildiğini bilmiyorum. Enlil veya Enki klanı ne durumda? Bunu da bilmiyorum, işte bu nedenlerle bu çok büyük sorunun cevabı da çok zor. Şunu söyleyebilirim ancak; "Bir atı suya doğru sürebilirsiniz ama zorla su içiremezsiniz..."
KAYNAKLAR
1- Kutsal Metinler için:
A - "Deuteronomi´den Başlangıç" Star Kitap Grubu/ Dr. M. Stern.
B - "Sümer ve Akad Bulguları/Anchor Kutsal Kitabı" E. A. Speiser, Garden City, New York: Doubleday & Co.,1964
C - "Anchor Kutsal Kitap" Kral James Versiyonu, Cleveland ve New York, World Publishing
D - Kutsal Kitap Mısralarının Yeni Yorumlarının Doğrulanması İçin" Masoretic metne göre Kutsal yazıların yeni çevirisi, New York, P. J. Kennedy & Sons,1962-1970.
E- "Kutsal Kitabın Ansiklopedik Sözlüğü" A. van den Born, New York, McGraw-Hill Co., 1963.
2- Yakın Doğu Metinleri için:
A- "Sümer ve Akadların Büyük Yazıtları", George A. Barton,1929.
B- "Babylon-Assyr Lesestucke", Riekele Borger,1963.
C- "Mısırlıların Tanrıları", E. A. Wallis Budge, 1904.
D- "Asur Tanrılarının Tarihi Olayları", Budge/Kral, 1902.
E- "Sümer Dini Metinleri", Edward Chiera, 1924.
F- "Reallexikon der Assyrology", Ebeling/Meissner/Weidner, 1932.
G- "Sümerliler", Samuel N. Kramer,1963.
H- "Babillerin Tufan Hikayesi", Lambert/Millard, Atra-Hasis, 1970.
I- "Çivi yazısı Oxford Metinleri", 1923
J- "Sümer ve Babil İlahileri", Stephen Langdon, 1909.
K- "Babil ve Asur Eski Kayıtları", David D. Luckenbill, 1926-27
L- "Eski Ahitle İlgili Eski Yakın Doğu Metinleri", James B. Pritchard, 1969.
M- "Batı Asyanın Çivi Yazısı Yazıtları", Henry C. Rawlinson, 1861-84.
N- "Babil Dini", A. H. Sayce, 1888.
O- "Yaratılışın Kildani Efsanesi", George Smith, 1876.
Ö- "Büyücülerin Kayıtları, Nineveh Astrologları ve Babil İmparatorluğu", R. Campbell Thompson, 1900.
P- "Dünya Tarihleri Serisi",
1- 12. Gezegen,
2- Cennete Merdiven,
3- İnsanların ve Tanrıların Savaşları,
4- Kaybolan İlkeler,
5- Zaman Başladığında,
6- Tekrar Edilen Yaratılış. Zecharia Sitchin, Avon Books, New York.
Unutulmuş Tarihin Kronolojisi I
1-Tufan´dan önceki olaylar;
- 450.000 yıl önce; Güneş Sistemi´mize uzak bir gezegen olan Nibiru gezegeninin atmosferinin bozulması nedeniyle yaşam sönmeye başlar, gezegende Annunakiler yaşamaktadır. Hükümdar Alalu, Annu tarafından tahtından indirilir. Alalu, uzay gemisinden kaçar ve Dünya´da sığınacak bir yer bulur. Dünya´nın içine sahip olmuştur ve Nibiru´nun atmosferini korumak için altın gerektiğini keşfeder ama altın Nibiru´da yoktur.
- 445.000 yıl önce ise, Annu´nun oğlu Enki öncülük yapar. Böylece Basra Körfezi sularından altın çıkarmak için Dünya üzerinde bir istasyon kurar.
- 430.000 yıl önce Dünya´nın iklimi yumuşar. Aralarında Enki´nin üvey kızkardeşi ve tıp uzmanı olan Ninhursag ve Annu taraftarlarının çoğu Dünya´ya inerler.
- 416.000 yıl önce altIn üretimi azaldığında Annu, yakın mirasçısı Enlil ile beraber dünyaya iner. Yaşam için gerekli olan altını Güney Afrika´dan çıkarmaya karar verilir. Enlil, Dünya görevinin komutanıdır. Enki, Afrika´ya gönderilir. Ve Anu, Alalu´nun erkek torunu tarafından düelloya davet edilir.
- 400.000 yıl önce, Güney Mezopotamya´da görevli 7 yerleşim merkezi vardır; metalurji merkezi (Shuruppak), görev kontrol merkezi (Nippur) ve bir roket Alanı dlan (Sippar) bunların önemlileridir. Toplanan saf maden Igigi tarafından yönetilen yörüngecilere yani yukarıya gönderilir. Orada da Nibiru´dan belirli zamanlarda gelen uzay gemilerine nakledilir.
- 380.000 yıl evvel Alalu´nin erkek torunu, Igigi´nin desteğini kazanır ve dünyayı ele geçirmeye çalışır.
- 300.000 yıl evvel, işler altın kazıcılarının ayaklanması nedeniyle karışır. Maymun kadınlar kullanılarak Enki ve Ninhursag ilk işçileri yaratırlar, sonra bu işçiler idareyi ele alırlar. Enlil, bir baskın yapar, bazı işçileri kaçırır ve Mezopotamya´daki Edin´e verir. Onlara üreme yeteneği verilir ve insan çoğalmaya başlar.
- 200.000 yıl önce Yeni Buz Çağı döneminde dünyadaki yaşam azalır.
- 100.000 yıl önce, atmosfer tekrar ısınır. Anunnakiler (Tevrat´taki adıyla Nefilimler), insan kızlarıyla evlenirler.
- 75.000 yıl evvel yeni bir Buz Çağı başlar. Gerileyen insan türleri, dünyaya dağılır. Cro-magnon (tarihten önce Fransa´da yaşayan bir ırk) insanIar yaşar.
- 49.000 yıl evvel, Enki ve Ninhursag, Anunnaki soyunun insanlarını Shuruppak´da yönetmek için geliştirirler. Enlil onları kızdırır.
- 13.000 yol önce Nibiru yolculuğu hatırlanır, bir nedenle Enlil insanları yok etmeye karar verir. Büyük Tufanı başlatacak olan Enlil, insanlığı tehdit eden felaketin sırrını koruyacağına dair Anunnaki´de yaşayanlara yemin ettirir.
Unutulmuş Tarihin Kronolojisi II
2- Tufandan Sonraki Olaylar;
- MÖ. 11.000: Enki yemine ihanet eder ve su altında kalabilen bir gemi yapması için Ziusudra/Nuh´a yol gösterir. Tufan, dünyayı silip süpürür. Anunnaki insanları, kendi yörüngelerinde dönen uzay gemisinden tüm yıkıma tanık olurlar. Sonra Enlil, dağlık merkezlerde tarımı başlatır. Enki ise hayvanları evcilleştirir.
- MÖ 10.500: Nuh´un torunlarI 3 bölgeyi bölüşür. Enlil´in ilk oğlu Ninurta, Mezopotamya´ya yerleşilir bir yer yapmak için nehirleri çeker ve dağlarIa kapatır; Enki, Nil vadisini ister. Sinai yarımadası, Tufan´dan sonra hala ayakta kalan roket alanIarında Anunnaki insanları bir kontrol merkezini Moriah Dağı üzerine kurarlar (gelecekte Kudüs).
- MÖ 9780: Enki oğulları Ra/Marduk, Osiris ve Seth arasında Mısır´ın yönetimini bölüştürür.
- MÖ 9330: Seth, Osiris´i yakalar ve parçalar. Nil Vadisi´nin tek hakimi olur.
- MÖ 8970: Horus, ilk Piramid Savaşı´nın başlamasıyla babası Osiris´den intikam alır. Seth, Asya´ya kaçar ama Sina ve Filistin elindedir.
- MÖ 8670: Enki´nin torunlarının kontrol ettiği tüm evren araçlarına karşı, Enlilliler 2. Piramid Savaşı´nı başlatırlar. Galip Ninurta, Büyük Piramid´in içindeki aygıtları boşaltır. Enki ve Enlil´in üvey kızkardeşleri Ninhursag, barış kongresini toplar. Dünya yeni baştan bölüştürülür. Mısır´ın kontrolu Ra/Marduk hanedanIndan Thoth´a devredilir. Heliopolis´de, bedel olarak bir Fener Şehri kurulur.
- MÖ 8500: Karakol mevkileri kurulur. Jericho, bunlardan biridir.
- MÖ 7400: Barış çağının devam etmesiyle Anunnaki insanları yeniden ilerlemeye başlarlar. İkinci Taş Devri başlar ve yarı ilah-yarı insan varlıklar Mısır´ı yönetirler.
- MÖ 3800: Eridu ve Nippur´la başlayan Anunnaki´nin tekrar kurduğu eski şehirlerin bulunduğu yerde yani Sümer´de bir uygarlık başlar. Anu ziyaret için dünyaya gelir. Yeni kent Uruk (Erech), onun onuruna inşa edilir. Tapınağı sevgili kız torunu Inanna/Ishtar için yapar.
Unutulmuş Tarihin Kronolojisi III
3- Dünya Krallıkları;
- MÖ 3760: İnsanlık, krallıkları kabul eder. Kish, Ninurta´nın himayesi altındaki ilk başkenttir. Takvim, Nippur´da başlar. Medeniyet, Sümer´de (ilk bölge) meyvesini verir.
- MÖ 3450: Yönetim Sümer´den Nannar/Sin´e geçer. Marduk, Babil İmparatorluğu´nu ilan eder.
- MÖ 3100: 350 yıllık kaosun ardından Mısır´da firavunluk kurulur ve ilk firavun Memfis´de tahta oturur.
- MÖ 2900: Sümer Krallığı Erech´e göçer; İnanna Üçüncü Bölge´nin özgürlüğünü verir; burası Hindistan´daki Indüs Vadisi uygarlığıdır.
- MÖ 2650: Sümerler´de büyük karışıklıklar. Enlil, isyanlar karşısında sabrını yitirir.
- MÖ 2371: Inanna, Sharru-Kin´e (Sargon) aşık olur. Sharru-Kin yeni bir başkent kurar; Agede´de. Akadlar, bir imparatorluk başlatırlar.
- MÖ 2316: Dört bölgeye hükmetmeyi amaçlayan Sargon, Babil İmparatorluğu´ndan kutsal toprak getirir. Marduk-Inanna çatışması tekrar alevlenir. Çatışma, Marduk´un kardeşi Nergal´ın, Marduk´u Mezopotamya´yı terketmeye ikna etmesiyle sona erer.
- MÖ 2291: Inanna´nın emriyle Narram-Sin, Sina Yarımadasına girerek Mısır´a saldırır.
- MÖ 2255: Inanna Mezopotamya´ya el koyar. Naram-Sin Nippur´a meydan okur. Büyük Anunnaki Agade´yi yok eder. Inanna kaçar. Akad ve Sümer ülkeleri, Enlil ve Ninurta´ya sadık yabancı askerler tarafından işgal edilir.
- MÖ 2220: Sümer uygarlığı, Lagash´da yükselir. Thoth, Ninurta adına bir zigurat tapınak inşa edilmesi için Kral Gudea´ya yardım eder.
- MÖ 2193: Bir papaz ve bir kraldan gelen aileden Peygamber İbrahim´in babası Terah, Nippur´da doğar.
- MÖ 2180: Mısır bölünür. Ra/Marduk yandaşları güneyi ele geçirirler. Firavunlar, Aşağı Mısır´da kalarak Ra/Marduk´a karşı çıkarlar.
- MÖ 2130: Enlil ve Ninurta yandaşlarının sayısı artınca Mezopotamya´daki merkezi otorite bozulur. Inanna´nın krallığı tekrar ele geçirme çabaları başarısızlıkla son bulur.
Unutulmuş Tarihin Kronolojisi IV
Kaçınılmaz Yüzyıl:
- MÖ 2123: Peygamber İbrahim Nippur´da doğar.
- MÖ2113: Ur, yeni imparatorluğunun başkenti ilan edilir. Ur-Nammu kral ve Nippur´un Vekili olur. İbrahim´in babası Nippur´lu papaz Terrah sarayda görev almak için Ur´a gelir.
- MÖ 2096: Ur-Nammu savaşta ölür. Halk, onun zamansız ölümünü, Anu ile Enlil´nin ihaneti olarak düşünür. Terah, Harran´a gitmek için ailesiyle yola çıkar.
- MÖ 2095: Shulgi, Ur´da krallığını ilan eder ama Inanna´nın çekiciliğine kapılarak onun aşığı olur. Larsa´yı Elaniteler´e verir.
- MÖ 2080: Ra/Marduk´a sadık Theban prensleri kuzeyi yani Aşağı Mısır´ı sıkıştırırlar.
- MÖ 2055: Nannar´In emirleriyle Shulgi, Elamite alayını Canaanite kentlerindeki kargaşayı bastırmak için gönderir. Elamiteler, Sinai Yarımadası´na ve buradaki roket alanına açılan geçite ulaşırlar.
- MÖ 2048: Shulgi ölür. Marduk Hititler ülkesine girer. İbrahim seçkin süvarilerinin başında Güney Canaan´ı emir altına alır.
- MÖ 2047: Amar-Sin (Kutsal Kitaba ait Amraphel) Ur´un kralı olur. İbrahim Mısır´a gider, yedi yıl kalır ve daha çok askerle geri döner.
- MÖ 2041: Inanna´nIn rehberliğiyle Amar-Sin, Doğu Krallığı koalisyonunu oluşturur ve ardından Sina ve Canaan´a askeri sefer başlatır. İbrahim, roket alanına giden geçitteki ilerlemeyi keser.
- MÖ 2024: Marduk yandaşlarını toplayarak Sümerliler´in üzerine yürür ve Babil´de tahta çıkar ve sonra savaşarak Mezopotamya´ya yayılır. Nippur´un tapınağını yıkar ve Enlil´in cezalandırılmasını ister. Enki karşı çıkar fakat oğlu Nergal, Enlil´i desteklemektedir. Nabu, roket alanını kuşatınca, Büyük Anunnaki nükleer silahların kullanılmasını onaylar. Nergel ve Ninurta, roket alanını ve asi Canaanite kentlerini nükleer güçle yok ederler.
- MÖ 2023: Rüzgarlar, radyoaktif bulutları Sümerler´in üzerine taşır. İnsanlar ve hayvanlar korkunç bir ölümlerle ölürler. Sular zehirlenir ve toprak verimsiz hale gelir ve Büyük Sümer uygarlığı sona erer.
Inanna´ye Övgü
Kutsal bir varlık, berrak gökte yapayanlız,
Bütün insanlar ona yönelik,
Tatlı bir merakla, göklerin merkezinden bakıyor,
İnsanlar Kutsal Inanna´dan önce gösteriş yapıyordu,
Akşamın kutsal kadını, yükseklerdeki Inanna,
Inanna, sana yaraşır övgüler sunuyorum,
Akşamın kutsal kadını, ufkun ötelerinde,
Gün batarken en parlak yıldız, ışığı göğü dolduruyor,
Akşamın kutsal kadını, cesaretle göklerden geliyor,
Tüm insanlar gözlerini onun gözlerine yükseltiyor,
Kutsal öküz boyunduruğunda onun için böğürüyor,
Canavarlar, bozkırlarda yaşayan tüm yaratıklar,
Şehvetli meyveli bahçeler, yeşil kamışlar ve ağaçlar,
Derinliklerin balıkları ve göklerin kuşları,
Inanna hepsine uykuyu getiriyor,
Yaşayan yaratıklar ve insanlar önünde diz çöküyor,
Seçilenler onun için zengin yiyecekler ve içecekler hazırlıyorlar,
Inanna kendisini, toprakta yeniliyor,
İnsanlar kutluyor,
Onun sevgilisi genç adam aşk yapıyor,
Tatlı bir merakla, göklerin merkezinden bakıyor,
İnsanlar Kutsal Inanna´dan önce gösteriş yapıyordu,
Akşamın kutsal kadını, yükseklerdeki Inanna,
Inanna, sana yaraşır övgüler sunuyorum,
Akşamın kutsal kadını, ufkun ötelerinde,
"Kimliği bilinmeyen bir Sümer Ozanı"
Pandora´nın Kutusu;
Waterhouse |
İlk devir, Hesiodos´a göre "Altın Çağ"dır, o çağda geçim derdi yoktu, doğa her şeyi kendiliğinden veriyordu; hastalık ve ihtiyarlık yoktu, hep genç kalınıyor, ölüm gelince insanlar hiç acı duymadan uyuyarak ölüyorlardı. Sonra "Gümüş Çağ"ı geldi, bu çağın insanları daha zayıftılar, çocuk gibi kalarak çok uzun yaşarlardı, ilk gençlik yaşlarında ise ölürlerdi. Ardından "Tunç Çağ"ı geldi, işte Prometheus ateşi bu zamanda çalıp insanlara verdi ve insanlar savaşmayı, öldürmeyi öğrendiler. Şimdi ise "Demir Çağ"ındayız, insanlar büyük işler başarıp tanrıları inkâr ettiler, çok ilerlediler ama hayvanlaştılar.
Bu arada unutmayalım, hangi çağ olduğunu bilmiyoruz, ama insanlara çok kızan Zeus, Hephaistos´u çağırarak kadını yaratmasını emretti. Usta tanrı su ve topraktan yoğurduğu çamurla kadını yarattı, model olarat karısı Aphrodit´i kullanmıştı, içine ruh yerine bir kıvılcım koydu, tüm tanrı ve tanrıçalar onu süsledi, adını Pandora koydular. Zeus ona bir kutu vererek, içini açmamasını tembih etti, ama kadının merakı üstün gelince kutuyu açtı ve içinden insanın başına gelebilecek tüm felaketler çıkıp uçtular. Kutuda sadece biraz "ümit" kaldı. Zeus öcünü almıştı, ama kızgınlığı geçmemişti, tüm insanları suların altında boğmaya karar verdi. Ama yine Prometheus, tufanı gizlice duyurdu. Oğlu, karısı ve Pandora bir gemi yaparak içine saklandılar. Tufan başladı ve tüm dünya sular altında kalınca kimse sağ kalmadı. Sular indikten sonra, sağ kalan üç kişi Delphi´ye gidip Themis´e akıl danıştılar. Themis onlara başlarını örtüp, atalarının kemiklerini omuzlarının üstünden arkaya atmalarını öğretti ve öyle yaptılar. Böylece insanlar yeniden türedi, ama bu kez taştan yaratılmışlardı ve daha dayanıklıydılar.
Olympos devleti´nde yaşam
Her yüksek dağ
Olympos mu? |
12 Havari, 12 Sahabe veya 12 bilgeler örneklerinde olduğu gibi, klasik Yunan Mitolojisi´nin 12 büyük tanrısı Olympos Dağı´nda yaşardı. Acaba Olympos neresidir ve nasıl bir yerdi?
Eski Yunanlılar´a göre Olympos, şimdiki Makedonya´da Tesalya Bölgesi´ndedir. Aslında gerek Antik Yunan´da, gerekse de Ionia´da (Ege´de) birçok Olympos Dağı vardır; örneğin Uludağ´a Olympos denirdi. Ayrıca Aladağ ve Hisardağı da Olympos olarak adlandırılırdı. Yani tüm yüksek dağların Olympos olduğuna inanılıyordu. Mitolojiye göre Olympos´da yaz ve kış vardı, ama kışın soğuğu, rüzgârları, yazın güneşi Olympos´un zirvesine ulaşamazdı. Zirveyi örten bulutların üzerinde Tanrıların sarayları ve bahçeleri vardı, burada iklimler yoktu ve daima ilkbahar vardı. Olympos saraylarının en görkemlisi Baş Tanrı Zeus´a aitti. Tüm tanrılar her sabah gün doğarken onun sarayında toplanırlardı. Olympos Bahçeleri´nde Kharites denen bakire periler dans ederler, Musalar (İlham Perileri) şarkılar söylerlerdi. Tanrılar Hebe´nin sunduğu "Nektar" veya "Ambrosia" adlı ebedi gençlik ve güç veren bir içkiyi içerlerdi. Tüm günleri insanların kaderlerini yönlendirmek için Zeus´un sarayında geçer, gece olunca da her biri kendi saraylarına çekilirler ve uykuya dalarlardı. Sadece tanrıça Hestia uyanık kalır ve dünyaya ışık veren ateşin sönmemesine dikkat ederdi. Tanrıların saraylarında hizmetliler bulunurdu. Olympos´un kapılarına bakire "Horalar" yani "Saatler" bekçilik ederlerdi. onların anası olan Themis "Ebedi Adalet" gün boyu Zeus´un yanıbaşında oturur ve ona adalet ve hikmet telkinleri yapardı. Alınan kararlar gökkuşağı renklerinde kanatları olan Iris ile gönderilirdi. Ayrıca, Olympos´da insanların kaderlerini saraylarının duvarlarına yazan Themis´in diğer üç kızı olan Parklar´da yaşardı, onların yazdıkları asla değişmez ve silinmezdi. Parklar´ın en genci olan Klotho yaşam ipliğini büker, Lakhesis, her insanın talihini gereği kadar sarar, Atropos ise, yaşayacağı zaman bitince yaşam ipliğini keserdi. Parklar, iyi günler için beyaz, kötü günler için siyah yün iplik kullanırlardı. Olympos´da yaşayan 12 tanrının altısı erkek, altısı dişiydi. Onların dışında kalan Zeus ve Poseidon´un kardeşi olan Hades yeraltında yaşardı. Şarap tanrısı Dionysos Olympos´a sonradan katılarak 13. tanrı oldu ve Olympos´un sonu bundan sonra geldi.
Olimpos´un sahibi olan tanrılardan söz ettik. Ama Olimpos´la ilişkisi olan tanrısallar da vardı; Örneğin Zeus ve Alkimene´nin oğlu güç ve kudretin simgesi Herkül; Atina Kralı Aigeus ile Trezene Kralının kızı Aithra´nın oğlu Thesus; Zeus´un sevgililerinden Europa´nın kardeşi Fenikeli Kadmos; Thebai Kralı Oidipus; insanların en kurnazı Sisipus; onun oğlu at uzmanı Glaukos; Argos kralı Akrisios´un oğlu olan ve Medusa´yı öldüren Perseus; Argonatların lideri talihsiz Jason; kendi kendine yürüyen heykelleri yapan, insanlara yelken kullanmayı öğreten, cetveli, sarkacı, vidayı ve baltayı bulan, canavar Minotor´un hapsedildiği içinden çıkılmaz Girit labirentini inşa eden ve yaptğı kanatlarla göklere uçan Daidalos; Apollon´un oğlu müzik ve aşk çılgını ilahi sesli Orfeus; şafak tanrıçası Eos ve diğerleri... Bunların tümü birer olayı ve kavramı simgelerler. Mitolojik tanrılar insan gibidirler ama daha güzel, güçlü ve büyük; istedikleri şekle girerler, evrende istedikleri yere bir anda gidebilirler, yaşlanmaz ve ölmezler. Bu özelliklerini Ambrosia adlı içkilerine borçludurlar. Ama kusurludurlar; şehvet düşkünü olanlar vardır içlerinde, yalan söylerler, korkarlar, kıskanırlar, acı çekerler ve ağlarlar, öç alırlar, cinayet bile işlerler. Aslında Olimpos bir cumhuriyettir; tanrısal bir cumhuriyet ve Zeus, Olimpos Devleti´nin başkanıdır. Öyleyse gelin bakanlar kuruluna bir göz atalım;
Hera: Başkan yardımcısı ve kadın haklarından sorumlu.
Athena: Eğitim Bakanı.
Apollon: Enerji ve Kültür Bakanı.
Artemis: Çevrecilik Bakanı.
Hermes: İletişim Bakanı.
Hefaistos: Sanayi ve Teknoloji Bakanı.
Hestia: Aile Bakanı.
Mars: Milli Savunma Bakanı.
Afrodit: Güzel Sanatlar Bakanı.
Demeter: Doğal Kaynaklar Bakanı
Poseidon: Denizcilik Bakanı.
Dionysos: Turizm Bakanı.
Asklepion: Sağlık Bakanı.
Hades: Din İşleri Bakanı.
Olimpos Devleti´ni yönetenler, her tür entrikaya başvurarak iktidarlarını korurlar, aynen şimdiki politikacıların yaptıkları gibi. Belki de, Olimpos Devleti, bin yıllar öncesinde insan denen yaratığın özellikleri düşünülerek düşlendi. Tanrı veya tanrısal, ya da İnsanoğlu; her neyse, galiba Pindaros´un dediği gibi, tümü aynı aileden gelme ve aynı huyları taşıyorlar...
Olympos bakanlar kurulu
Bir uzay operası-inanılmaz bir hikaye-Mutlaka okuyun!
Sonsuz evrenin derinliklerinde bir yerde, bilinmeyen ve zaman dışı bir zamanda galaksiler arasında dolaşabilen olağanüstü canlılar yaşıyordu. Akıl ötesi bir uygarlığa sahip olan bu canlılar, fiziksel yapılarını yenileyebiliyor, kendilerine benzer androidler üretiyor, şimşek benzeri ışınlarla istediklerini yok ediyorlardı. Ölümsüz sayılırlardı, moleküler transformasyonla bir anda her yerde olabiliyorlar; hologramlarla istedikleri şekilde görünüyorlardı. Zaman zaman rasladıkları yıldızların gezegenlerinde yaşayan canlılar varsa, onları yönlendiriyor veya özgün nedenlerle yok ediyorlardı. Kendi aralarındaki iktidar kavgası süregelen bir olaydı; liderleri Gaia ve Uranus´dü, 12 kişilik Titanlar adlı bir meclisle beraber yönetimi ellerinde tutuyorlardı.
Zaman içinde, iki liderin arası açılmaya başlamıştı, Uranüs gittikçe güçleniyor, dengeyi bozuyordu, amacı yönetimi tek başına sürdürmekti. Gaia´nın çevresindeki herkesi tutukluyor, karanlık ve çok uzak yıldızlara hapsediyordu ve sonra Titanlar Meclisi´nin tüm üyelerini de tutuklayarak hapsetti. Bunun üzerine Gaia, silahsız ve güçsüz Titanları kurtarıp Uranüs´ü devirmeyi planladı, onlara gizlice ulaşarak silah ve araç verdi, meclisin başına Kronos adlı üye geçti. Hapsedildikleri yerden kurtulan Titanlar ve taraftarları Gaia´nın da politik desteği ile harekete geçtiler; müthiş bir yıldızlar savaşı yaşandı, Kiklopslar ve Centimaneler adlı iki politik güç de onu destekliyordu ve sonunda Kronos kazandı ve Uranüs yok edildi. Gaia ve Titan Meclisi onu lider seçtiler, artık gittikçe büyüyorlar ve sayısız yıldızlara ulaşıyorlardı ve Kronos, siyasi destekçisi Rea´idi, Rea altı üyeden oluşan politik bir grubun lideriydi. Ama Kronos geçmişi unutmuyor ve iktidar korkusuyla, çevresinde oluşan güç odaklarını istemiyor, onları birer birer uzak yıldızlara yolladı. Rea yalnız kalınca kendi taraftarı olan askeri liderlerden Zeus´un robot bir kopyasını yaptırarak, robotu uzağa yolladı ve Zeus´u özel bir gezegene sakladı. Orada iktidara karşı gruplarla örgütlenme çalışmalarını geliştiren Zeus, yeterince güçlenince Kronos´a karşı olan siyasi ve askeri güçleri toplayarak hükümeti devirdi ve başa geçti. Kronos, sonsuz uzaklıkta bir yıldıza sonsuza kadar hapsedildi. Ama iş bununla bitmiyordu, Titanlar Meclisi hala güçlüydü, toplanarak tüm güçleriyle bu yeni diktatöre saldırdılar. Korkunç bir savaş daha başladı, yok edici dev ışınlar dağları eritti, denizleri buharlaştırdı. Savaş çok uzun sürdü ama sonunda Zeus´un orduları savaşı kazandılar. Titanlar birer birer tutuklanarak Tartaros adlı gezegene hapsedildiler. Bu gezegenden çıkmak hemen hemen imkansızdı.
Zeus, kalan tüm Kronos taraftarlarını da yok ederek, tüm gücü eline geçirdi ve Titan Meclisi´nin yerine Olimpos Meclisi´ni kurdu. Uzun zaman sonra, Titan Meclisi üyelerinden birinin oğlu olan ve yeni iktidara bağlılığını bildirerek zarar görmeyen ve hatta Olimpos´un danışmanlığına getirilen mühendis Prometheus, babasının öcünü almak niyetindeydi. Zeus´un başına dert açmak için yeni bir canlı türü yarattı ama bunlar yeterince güçlü değildiler, asi Prometheus bu kez sadece Olimpos´un kontrolunda olan gücü çalarak, bu yeni canlılara verdi. Artık kendilerine insan diyen bu canlılar, gelişiyor ve yayılıyorlardı ve üstelik Prometheus´un ve eski Titan düşüncelerinin etkisinde kalarak Zeus ve Olimpos Meclisi´ne karşı çıkmaya başlamışlardı. Yönetim durumu farkederek, Prometheus´u tutukladı ve cezalandırdı. Ama insanlar gittikçe çoğalıyordu ve ciddi sorunlara neden olmaya başlamışlardı, düzen bozuluyor, doğa tüketiliyor, yönetimin kararları çiğneniyordu. Zeus, meclisi topladı ve alınan kararla insanların yaşadıkları yerlerin iklimleri değiştirilerek yokedildiler. Ama kurtulanlar vardı, Prometheus taraftarları ve casusları meclisin kararını öğrenerek bir çok insanı kaçırıp kurtardılar ve insanlar yine çoğalmaya başladılar, bu arada Zeus ve Olimpos Meclisi yönettikleri tüm yerlerden insanları yok ettikleri için sert tepkiler alıyorlardı ve artık yapacakları başka şey yoktu. İnsanlar yine çoğalarak her yere yayıldılar ve Olimpos bir kez daha toplanarak, insanları galaksinin dış kıyısında bulunan küçük bir güneşin, üçüncü gezegenine toplama kararını aldı.
Şimdi insanlar, orada yaşıyorlar, tüm geçmişlerini geçen onbin yıllar sonrasında unuttular, kuşaktan kuşağa geçen anılar, efsanelere dönüştü. Gezegene ilk gelenlerin geçmişi hatırlayarak yaptıkları anıtlar ve anlatılar masallarla bütünleşerek, tüm insan ırklarında farklı değişimlere uğradı. Bugün artık kimse, Zeus´u, Olimpos Meclisi´ni ve dev yıldız savaşlarını hatırlamıyor, akıl ötesi bir teknoloji bir mucize olarak hatırlanıyor. Ya onlar ne yapıyorlar? Kimbilir, belki de Olimpos Meclisi veya bir görevli insanları izliyor ve yaptıklarını değerlendirip, Meclis´e raporlar sunuyor. Şimdilik Olimpos için bir tehlike yok ama ya gelecekte? Kendilerini ve yaşadıkları biricik yeri yok etmekte uzmanlaşan insanlar, dünya dışını da tehdit etmeye başlarsa Olimpos Meclisi yine toplanarak, kendi yarattıkları bu kusurlu canlıları bir kez daha durduracaklar mı? Çünkü, çok uzakta da olsa Prometheus´un veya insanların taktığı isimle ışığı yani enerjiyi getiren Lucifer´in etkileri hala sürüyor ve hatta gittikçe artıyor...
Dünyanın birçok yerinde sırrı çözülemeyen yerler vardır ve bunların içinde en çok tanınanlarından birisi yılda bir milyon insanın ziyaret ettiği İngiltere´deki Stonehenge´dir. Günümüzün majisyenleri, gizem grupları Stonehenge´de her yıl törenler yapıp toplanıyorlar. Bazılarına göre Stonehenge, evrenin merkezini simgeliyor, bir diğer kitle, bu inanılmaz yapının dünyadışı canlılar tarafından yapıldığına inanıyor. İşin aslı ne? Bilinen tek birşey var; Stonehenge´in amacı gökle ilgili... Peki ya ötesi? Editörümüz M. Ata Nirun, Stonehenge´i gezdi...
Salisbury Ovası´na girdiğinizde veya arabanızın kısıtlanmış görme alanının dışına çıktığınızda yani indiğinizde, sanki sonsuz bir düzlüğün ortasında çaresiz kalmış gibisiniz, bir çeşit kontr-klostrofobi insanı sarıp, sarmalıyor. 360 derecelik bir taramanın bir noktasında neyse ki bir kütle, garip, anlamsız bir yığın kapıldığınız boşluk dalgasından sizi kurtarıyor. Eğer onun ne olduğunu önceden bilmiyorsanız, hiç bir anlam veremiyor, hatta neden orada olduğunu dahi anlayamıyorsunuz ama karşınızdaki taş kütlenin ne olduğu hakkında bir fikriniz varsa, iş değişiyor ve yanına ulaşmak için hızlanıyorsunuz çünkü karşınızda tüm zamanların en gizemli on yapıtından biri var; efsanevi Stonehenge... Bu garip yapı önce tek bir parçaymış gibi görünüyor oysa şu anda bile onlarca parçadır. Stonehenge, taştan yatay üst eşikleri bulunan bir dairedir. Bazıları düşmüş, bazıları eğilmiş, bazıları ise toprağa gömülüdür. Çevresi bir set ve bir de hendekle çevrili, bir ana yolla ulaşılıyor. Tahminlere göre ilk Stonehenge 112 büyük ve sayısız küçük taştan yapılma; oturup bunları tek tek yontup, dikmişler. Ama neden acaba? Binlerce yıl öncesinin zor ve ölümcül koşullarında yaşayan o insanlar neden zamanlarını ve güçlerini bu işe harcadılar? Üstelik bu önem, sonraki bin yıllarda da sürdü ve yapı geliştirildi.
Stonehenge´in mantığı neydi?
Gizemciler ve hatta bilim dünyası için sırrı kesin olarak çözülememiş on yer vardır; 1. Paskalya Adası´nın heykelleri, 2. Mayaların başkenti Teotiukan, 3. Peru´daki Nazca Düzlüğü, 4. İndüs Vadisi´ndeki bilinmeyen kalıntılar, 5. Korsika´nın garip heykelleri, 6. Zimbabwe´deki bilinmeyen kent, 7. Karaibler´de Bermuda Bölgesi, 8. Angkor Vat Tapınağı, 9. Mısır Piramitleri ve Stonehenge. Diğerlerine göre Stonehenge´in farkı, ne olduğunun anlaşılamamasıdır yani Stonehenge, bir kent kalıntısı, bir heykel veya tehlikeli bir yer değildir, Stonehenge herşeydir. Bir saray olabilir, bir tapınak veya gözlem evi, ya da belki dünyadışı zeka tarafından bilinmeyen bir amaçla yapılmış bir yapıdır. İlk bakışta belli bir plana göre yapıldığı düşünülemez ama prehistorik çağdan kalan yığma taş örneklerine de benzemez çünkü onlara göre düzenli ve sistemlidir. Dikkatle bakıldığında örneğin, dikey taşları kapatan yatay taşların belli bir eğimle birleştirilip bir dairenin özellikle oluşturulduğu farkedilir. Dikey taşların merkezleri Yunan kilise mimarisinde olduğu gibi, şişkin yapılarak bir perspektif yaratılmıştır. Aralarındaki boşlukların bir amacı vardır, binlerce yıllık erezyonun etkileri göz önüne alınarak, orijinal yapı düşünülürse bu boşlukların kesinliği daha iyi anlaşılır. Kısacası Stonehenge´in bir mantığı vardır ama nasıl bir neden? Ama daha önce bu mantığın kimlere ait olduğunu sormamız gerekecektir.
Stonehenge Kayıtları
Stonehenge´den söz eden en eski kayıt, MÖ 1. Yüzyıl´da yaşayan Yunanlı coğrafyacı Diodorus Siculus´a aittir, Diodorus, küresel bir tapınağın kuzeyde bir ada olan Hyperborea´da yani Britanya´da Güneş Tanrısı Apollon adına yapıldığından söz eder. Diodorus MÖ 50´de yazdığı "Evrensel Tarih" adlı kitabında, tapınağın yerini "Kuzey Rüzgarının Ötesinde" diyerek tarif ederken şöyle diyor; "onların şahane, kutsal bir yerleri vardı... bu dikkat çekici tapınak, Apollon içindi, küre şeklindeydi, Ay Tanrısı her 18 yılda bir bu adayı ziyaret eder ve bu süre içinde yıldızlar yine eski yerlerine dönerler..." Sonraki tanımlar, Roma döneminden Jül Sezar ve Augustos tarafından yapılmıştır. Diodorus´un küresel tanımı astronomiyi simgeliyor, ve Diodorus bu bilgiyi kendisinden 400 yıl önce yaşamış olan Abdera´lı Hecataeus´un kayıp iki eserinden aldığını yazar; bu kadarla da bitmiyor çünkü Hecataeus´a göre kuzeydeki bu tapınak 3000 yıllıktır; kendisi bu bilgileri Yunanlı yolculardan öğrenmiş, bu yolcular Stonehenge´in taşlarının üzerini kazılı işaretler bırakmışlar. Gerçekten de, 1953´de Miken tipi hançer resimleri Stonehenge´in taşlarının üzerine kazılı olarak bulunmuştur. Öyleyse, Stonehenge şu an için 5000 yıllık bir geçmişe sahiptir ama bu dev zaman diliminin başlangıcında orada kimlerin, nasıl yaşadıkları hakkında bir bilgimiz yoktur hatta olamaz. Çünkü Britanya´da 5000 yıl önce kimlerin yaşadığını henüz bulmuş değiliz.
Stonehenge´in mimarisi
Günümüzde de bazı uzmanlar için hala geçerli olan kuram, 17 Yüzyıl´dan kalmadır; Stonehenge, Britanyalı ve Galli Kelt rahipleri olan Drüidler tarafından yapılmıştır. Hatta, Keltlerin Stonehenge´i kurban yeri olarak kullandıkları da ileri sürülüyor. Oysa, biz bugün Stonehenge´in Drüidlerden bin yıl öncesinde yapıldığı artık biliyoruz. Gerek 17. Yüzyıl arkeologları, gerekse de 20. Yüzyıl´ın başındakiler, Stonehenge´in mimarisinin Roma e Mısır mimarisine uygun olduğunu düşünüyorlardı, kanıtları ise bölgede ele geçirilen buluntulardı. 1808 yılında Arkeolog Sir Richard C. Hoare, Stonehenge yakınlarında prehistorik bir mezar buldu, içinde bir iskelet, birkaç hançer, taş bir maske, kemik eşyalar ve altın süs eşyaları vardı. Buluntuların tarzı Sir Richard´a ve ardından gelen uzmanlara, esin kaynağının Britanya dışından geldiği fikrini veriyordu. Bazı uzmanlar ise, Britanya´yı işgal eden istilacıların Egeli yani Miken olduklarını ileri sürdüler. Ama işin aslına inildiğinde, buluntuların Stonehenge ile ilişkisi yoktu çok daha sonraya aittiler ve gerçekten Ege ve Mısır´la ilişkisi olan Britanyalılar tarafından yapılmışlardı ve yapılan Karbon 14 tarihleme testleri, bazı altın eşyaların Miken döneminden 400-500 yıl öncesine ait olduğunu gösteriyordu. Bu da Stonehenge´in sadece bir dönemine raslıyordu. Salisbury platosunda ve daha dışında benzeri 950´den fazla taş yapı ve yığıntı vardır ama tümü Yeni Taş ve Bronz Çağları´ndan kalmadır, hiçbirisi de Stonehenge´e benzemezler. Sadece tarım ve hayvancılığı bilen Yeni Taş ve Bronz Çağı insanlarının Stonehenge gibi bir yapıyı yapabilmeleri ise mümkün değildir. Buna karşın, Stonehenge´in iki mil yakınında Durrington Duvarı adlı yerde dairesel ağaç bir yapı bulunmuştur, tarihlemesi MÖ 2500´e aittir ve yapım tekniği Stonehenge´e çok benzer, bu da bize ilk zamanlamayı verir.
Dört tonluk Stonehenge taşları nenereden geldi?
Çağdaş uzmanlar Stonehenge´in tarihini üç aşamada değerlendiriyorlar; Stonehenge I, yaklaşık MÖ 2750´den kalmadır ve en gizemli dönemi simgeler; örneğin taşların çevresinde ne olduğu anlaşılamayan, içinde taş veya tahta izi bulunmayan Aubrey Çukurları adı verilen 56 tane çukur vardır; dairenin merkezinden bakıldığından yaz aylarında doğan güneşle aynı hizada olan ünlü Heel Taşı ve bazı hatlar kuzeydoğuya yönlendirilmiştir ve yarım kalan başka kalıntılar vardır ama kazılar henüz tamamlanmamaştır çünkü Stonehenge´in merkezinde ve batı kısmında hiç kazı yapılmayan yerler vardır. Stonehenge II, MÖ 2000´e aittir; burada daha iyi bir mimari ve mühendislik tekniği görülür, Stonehenge II´ün taşları farklıdır ve 300 km.´lik bir yoldan getirilmiştir. Her biri 4 ton ağırlığında olan bu taşların nasıl taşındığı bir diğer olağanüstü olaydır, taşların yolun yarısını tekne ve sallar aracılığı ile su üzerinde aştığı sanılıyor. 82 mavi taş ancak güneybatı Galler´deki Prescelly Dağları´ndan çıkmaktadır. Aynı mavi taşlardan yapılan taş baltalar, İngiltere´nin birçok yerinde bulunmuş ve bu taşın kutsal olarak tanımlandığı belirlenmiştir. Mavi taşlı, Stonehenge III´ün batı yanı yarım kalmıştır, bu kadar emekle taşınıp getirilen taşların yapımının neden birden ortada bırakıldığı hala bilinmiyor, belki de daha kapsamlı bir yapı tasarlanmış ama gerçekleştirilememiştir.
Stonehenge´i kim hesapladı?
Stonehenge III, tahminen MÖ 1750´lere aittir; mavi taşlar sökülmüş yerlerine Sarsen denen taşlar konmuştur. Ama ardından mavi taşlar yeniden getirilip, sarsenlerin ortasına dairevi biçimde dikilmiştir. Sarsenlerin her biri 50 tondur; bunların taşınması da ayrı bir mucize olabilir. Sarsenler, 40 km. uzaklıktaki Marlborough Downs´dan getirilmiş, ana kayalardan kesilmeleri için çatlaklardan yararlanılmış. Çatlaklara tahta kamalar sokularak ıslatılmış, sonra bu kamalar şişince taşı parçalamışlar. Prof. R.J. Atkinson, böyle tek bir taşın taşınabilmesi için 1500 insanın birkaç hafta çalışması gerektiğini ve bütün iş için 6 yılın gerektiğini belirtiyor. Sarsen "Yabancı" anlamına gelen bir sözcük, Taşların getirilip şekillendirilmesi için bugünkü metodlarla on taş ustasının, 2,5 yıl çalışması gerekiyor, cilalama ve üst eşiklerin yapılması ise çok daha uzun bir zamana bağlı. kaldırılıp dikilmesi konumlarının ayarlanması ciddi bir mühendislik yeteneğini gösterir, bugünkü hesaplara göre bir tek sütünün kaldırılabilmesi için yaklaşık 1000 adama gereksinme olduğu tahmin edilmektedir. Dairenin stabil dengesi, her bir sütünun dengesine bağlıdır ama bir diğer gizem zemindedir. Stonehenge´in yapıldığı alan kuzeybatıya eğimlidir, bir tarafla öteki taraf arasında zeminde 213 cm. fark vardır, zemin böyleyken yapılan ve binlerce yıldır ayakta duran Stonehenge´in ciddi bir mühendislik eseri olduğu anlaşılmaktadır. Tüm bu çalışmalar usta işçiler gerektiriyor, amacını çok iyi bilen usta bir mimarın yönetiminde çalışan binlerce insan... Kimdi bu insanlar? İlk yapıcıların MÖ 2500-3000´lerde yaşayan "Yeldeğirmeni Kültürü" insanları oldukları sanılıyor; onları Demir Çağı´nın Orta Avrupalı olduğu sanılan "İbrik İnsanları" izlemiş, bu ismi yaptıkları çömlekler yüzünden almışlar ve ölülerin tek tek gömüldükleri ilk mezarları yapmışlar. Stonehenge III´ün ise, sanatkar olarak tanınan "Wessex İnsanları" tarafından yapıldığı sanılıyor.
Stonehenge hakkında bilimsel gerçekler
Ay Tanrısı´nın Bilimsel Gerçekliği...
Teknik özelliklerin yanısıra yapının amacıyla ilgili bir diğer ipucu mistiktir. Stonehenge II, dönemiyle ilgili olarak, yörede bulunan yemek artıkları, çakmaktaşı gibi kalıntılar bize burada dönemsel bir yaşamın olduğunu ve Stonehenge´in kutsal bir yer olarak ziyaret edildiğini de göstermekte. Ama son otuz yılın geçerli inancı, Stonehenge´in bir gözlemevi olduğudur, hatta ilginç bir tanımla prehistorik bir bilgisayardır. 1740´da "İngiliz Drüidlere Verilen Tapınak; Stonehenge" adlı kitabı yazan William Stukeley, yapının doğrudan güneş ışığını gösterdiğini yazmıştı. Daha fantastik bir yaklaşım ise, Stonehenge´in evrenin merkezini gösterdiği şeklindeydi; 1901´de Sir Norman Lockyer, 1963´de Boston Üniversitesi astronomlarından Gerald Hawkins, Stonehenge´in astronomik bulguları gösterdiğini eserlerinde belirttiler. Astronominin en büyük isimlerinden Sir Fred Hoyle, Hawkins´le beraber, hasat ve festival dönemlerini gösteren bir takvim olduğunu ileri sürdü; ayrıca Stonehenge´in özel yapısıyla Ay´ın hareketleri de izlenebiliyordu. Ay, aylık klasik hareketlerinin dışında, 18-61 yıllık değişken bir periyodda ek bir hareket de yapar, Stonehenge´i yapanlar bunu da biliyorlardı. Altı sıra halindeki 40 delik, Ay´ın tüm hareketlerini göstermektedir. Bu anlamda Stonehenge, okuma yazma bilmeyen insanlara gök hareketlerini açıkça ama simgesel olarak anlatmaktadır. Hawkins, Aubrey denen 56 deliğin aynı zamanda da Ay ve Güneş tutulumlarını da gösterdiğini belirtiyor, burası önemlidir; Hawkins´in iddiasını 1954´de "MÖ 2000´de Tutulmalar" adlı kitabında Van Der Bergh kanıtladı; Diodorus´un sözünü ettiği Ay Tanrısı´nın geldiği 19 yıllık süre işte buydu; Stonehenge eseni üzerindeki kış ayının doğma süresi de 19 yıldı; daha doğrusu 18.6 yıldı. Stonehenge rahipleri, ayı izlemek ve Ay tutulumunu önceden bilmek için bu süreyi kullanmışlardı ama hata yapmamak için bu süreye kesin bağlı kalmadılar; üçlü aralık devresi denen sistemi kullandılar yani 19+19+19, toplam olarak 56´yı (Aubrey Çukurları´da 56 adettir.) ve Hawkins´in hesapları Stonehenge Ay olgusunun 56 yılda bir aynen tekrarlandığını kesin olarak gösteriyor. Sonuç olarak, Diodorus, Stonehenge´in bir astronomi merkezi olduğunu söylerken doğru söylüyordu. Astronomik yaklaşımlar daha çok Stonehenge I´de vardır, sonraki yapımlarda bu yaklaşım daha azdır; Stonehenge III, daha mistik ve simgeseldir. Astronomik sonuç olarak tüm bu yaklaşımlar geçerlidir ve bilim platformunda destek bulmaktadır fakat yeterli değildir çünkü bir diğer bilimsel kesime göre ise Stonehenge´in çok daha başka amaçları vardır ama bunlar hala bilinmemektedir. Eğer Diodorus´a tam olarak inanırsak, Stonehenge bir gözlemevidir ama sadece Güneş´in ve Ay´ın hareketlerini gözlemek için yapılmış olamaz; çok daha farklı amaçları da olmalıdır; yıldızları gözlemek gibi... Ama ne için? Daha da önemlisi, Stonehenge rahipleri bunları nereden biliyorlardı? Onlara kim öğretmenlik etti? 5000 yıl öncesinde, hangi zeka böyle karmaşık ve simgesel bir yapıyı düşünebildi? Rüzgarlı Salisbury Ovası´nda, Stonehenge´in önünde yere oturup bu garip yapıya bakarken aklımda tek bir düşünce vardı; geçmişimizi bilmiyorduk ve acaba Stonehenge´in dışında daha neleri bilmiyorduk? En kötüsü de neleri yanlış biliyor ve inanıyorduk?
ATA NİRUN